6 Ekim 2024 Pazar

bir kaygı ve dehb meselesi

aşırı yapılandırılmış şeyler olunca elim ayağım titriyor ama belirsizlik durumlarında da paralize oluyorum :)

bir bilgisayarda açık onlarca yüzlerce sekme gibi kafamın içi. dopamin bağımlılığı desen var, hiperfocus desen var. dürtüsellik desen var.

mesela bazı konuları takıntı seviyesinde didik didik bilmek ama anlamakta güçlük yaşadığı konuları görmezden gelebilmek gibi süper güçleri de var. 

peki bunlarla yıllarca hayatta kim kalabilmiş? 

selam. ben Gefi kod adlı bir şahısım. okuduğumu anlamakta zorlanır, deneyimle öğrendiklerimi de çok güzel sunarım.

23 Eylül 2024 Pazartesi

akışta mıyım?

 

Bağlanma temasından bahsederken her zaman bahsedeceğimiz bir model polivagal teori. Öteki ile ilişkilenmek zaten bu dünyaya gelişimizin ilk adımı. doğan insan yavrularının savunmasız doğumu ve bakımverenleriyle kurdukları ilişki ve regülasyon süreçleriyle şekilleniyor bu dünya. 
artık yetişkin bedenlerinde ve kendini anlama yolculuğunda da nerelerde aşırı uyarılıyoruz nerelerde donmaya yakın bir yerlerde eylemsiz ve hareketsiz kalıyoruz. Kendi hayatımızın paternlerini keşfederken bir yandan ebeveynlerimizin ilişkisini hatta onların ebeveynleri ve o kuşağın da ötesinde olup bitenleri çalışmak iyi olabiliyor.




Kaçıngan, çekingen, mesafeli hallerim beni çok zorluyor
İçim çok başka ama dışım çok başka.
Mesafe tüm insanlara. Bilerek değil. İçedönük bir insan olduğum için tek başıma kalmayı seviyorum. Arkadaş grubu buluşması sonrası baş ağrısı falan yaşıyorum çok konuştum, fazla şey dinledim, fazla uyarana maruz kaldım diye
Zorlanma şu, içimde volkan var ama dışarıya çıkmasına engel çekingenlik işte
Volkan dediğim, söyleyecek sözler, anlatacak hikayeler, espriler, yaratıcı fikirler
İçimdeki gücü kullanamıyorum, dışarı çıkaramıyorum bir türlü
Harcanıp gidiyorum.
..
sanki hayatı kaçırıyormuş gibi hissediyorum.

bu cümlelerin içindeki bağlanma stillerini okuyabiliriz. Zorlanma hallerinin genel olarak tolerans penceresindeki aşırı uyarılma ve sempatik aktivasyonu ne kadar artırdığını görebiliriz. fiziksel semptomları, ifade güçlüklerini de okuyabilir, içinde dışa çıkmakta zorlanan o gücü de daha dorsal vagal noktasında değerlendirebiliriz. 
Peki bunlar ne işimize yarar? 
Bunları bilerek kişiyi tehdit altında hissettiren yani temelde güvenlik duygusunu sarsan örüntüleri keşfetmek mümkün olur. Böylece kişinin yeniden güvende hissedebileceği aralıkları keşfetmesine destek olarak/eşli ederek onu ventral vagalde yani sosyal ilişkilerin güven içinde gerçekleşebileceği zemine geçiş yapmasını sağlayabiliriz. Ventral vagal- dinlen-sindir-yenilen modu da diyebileceğimiz bir alan. Sinir sistemi bizi sürekli güvende miyim değil miyim diyerek hayatta tutmaya programlanmış. Eğer sistem uzun süreli strese maruz kaldıysa bu hep hep açık kalıyormuşcasına beden kronik stres içinde gerekmediği yerlerde de kortizol salgılayarak hep sistemi aktif tutuyor. bu aktifliğin içinde dinlenip sindirmek de pek mümkün olmuyor tabii.
zaten yaratıcılık dediğimiz, spontan, eğlenceli hallerimiz de bu modlar aktifken pek de açığa çıkamıyor.

peki napmalı?

önce kabul. artık sürekli aşırı uyaranlara maruz kaldığımız ve kaldırabileceğimizden çok daha fazla yükle uğraşmamız gerektiğini kabul.

biz ne kadar memeli hayvanlara benzer bir yapıda sinir sistemine sahip olsak da bizi ayrı kılan neokorteksimiz var. yani memeli canlılar tehlikenin varlığına ve yokluğunu göre stresi düzenlerken, bizler sanki bizi kovalayan kaplan kafamızın içindeymişcesine sürekli o stresle yaşayabiliyoruz. 

stres, travma gibi kavramlar son birkaç yıldır her gün duyduğumuz kavramlar haline gelmiş olabilir. aile, olumsuz çocukluk deneyimleri, eğitim hayatı, iş hayatı, yaşamın anlam arayışı, kontrolsüz şehirleşme, ülkemizde ve dünyada artan politik krizler, ekonomik krizler, sürekli pahalanan hayat ve ekonomik belirsizlikler, iklim krizleri, savaşlar, salgınlar, teknoloji ile artan bağımlılıklar, sosyal bağlardaki azalış ve giderek yaşlanan ve yalnızlaşan nüfusun yaşadığı ve yaşattığı stres hepimizi etkiliyor. 

Bugün bir kova doldurdun mu adlı çocuk kitabında, her gün dünyadaki bütün insanlar ellerinde görünmez bir kova taşıyarak yürürler diye başlar.  Kovamız gün içinde dolar.

Ben bu kova metaforunu kabımız olarak değiştirip, bu kabın yaşadığımız zorlu anları içine dolduran ve eğer onu boşaltmazsak, kaldırabileceğimizden daha çok şey yaşarsak bunun çeşitli problemlere yol açtığını düşünüyorum hep. huzursuz zihinler, fiziksel ağrılar, otoimmün hastalıklar, kaygı, öfke, otomatik pilottan yaşanan, kendini keşfedemeden geçip giden hayatlar olabilir. 

kabımızı boşaltmak için sanki şarjımızın olması gerekiyormuş gibi de bir metafor tamamlıyor bunu. peki bize iyi gelen, şarj olmuş hissettiren kaynaklarımız neler? kaynak: çevresel streslerle aramıza giren destek mekanizmaları olarak tanımlayabiliriz.

zor zamanlarda, tıkandığımızda dışarıdan yardım aldığımız neler varsa mesela terapi bence çok önemli bir yer tutuyor, onun dışında her ne kadar tetikleyici olsa da güvenli alanda aile buluşmaları, arkadaşlar, partner, seyahatler, yazı yazmak, topluluklar. bu listeyi sadece stres zamanlarında değil, mümkünse yaşamımızın bir parçası olarak hep özbakım rutinlerimiz gibi hayatımızın bir parçası haline getirmek için adımlar atabiliriz.

bedensel duyumsamalarla hissedilen kaynaklar, duş almak, yürüyüş, yoga, hareket, dans, masaj almak

ve daha içerden gelen, size ait şeyleri düşünün mesela, gülümsemeniz, hayal gücü, sezgiler, doğayla ve insanlarla olan bağlantı hali, rüyalar vs.

stresi yönetmemize, stresi reddetmeden sinir sistemimizi güçlendirmeye yarayan birtakım araçlar sıraladım. bu liste uzar gider, belki sizin için de henüz listenizde olmayan ancak buradan size ilham olacak yeni kaynaklar eklenir.

Unutmadan, içimizdeki çocuk her neyi seviyorsa, renkler ve keyifli anlar. onu mutlu etmek için, onun incinmiş halleriyle çalışabilirz :))



17 Eylül 2024 Salı

ne gerek var içselleştirilmiş bir dış ses

 hayatı anlamaya çalışıyorum sanki romanlar ve kuramlarda hiç yazılmamış gibi.

kendimi keşfetmeye çalışıyorum sanki hiç yazılmamış gibi insana dair şeyler.

doğum, gelişim, olgunlaşma ve ölüm sanki hiç anlatılmamış gibi kutsal kitaplarda ve filmlerde.

iç seslerimi duyuyorum, zaman zaman boşvermiş, zaman zaman hemen bitiversin isteyen bu yaşam. bazen de bu maceranın, yolda olmanın bizi nerelere götüreceğini hesaplayan, akışa da güvenebileceğini deneyimleyen sesleri.

insanın anlam arayışında olduğu bir çağ bu. karşıma çıkan çok değerli bir söz oldu kendi anlamımı ve bu yaşama neden geldiğimi ararken, Pablo Picasso'dan geliyor:

The meaning of life is to find your gift. The purpose of life is to give it away.

Türkçe meali: Hayatın anlamı hediyeni bulmaktır. Hayatın amacı onu vermektir. 

Hayatımın anlamını ve amacını ararken, kendi hayat hikayemi derinlemesine çalıştığım terapi süreçlerinin ve yaşamda bir şekilde çıktığım yolun kendisinin çok yardımcı olduğunu anlıyorum. Çocukken bolca yürümem gerekirdi gittiğim ilkokula, sonra liseye hatta üniversiteye. Bolca düşünmelik zaman, hep yürümeyi tercih ederdim başka bir zorundalık olmadıkça.

Lise andacımda ne kadar iyi bir dinleyici olduğum yazıyor uzunca zaman tanış olduğum insanlar tarafından. Çocuk hallerimi hatırlıyorum, yeni çocuklarla tanışırken hep aile öykülerini merak ederdim. Nerede yaşarlar, neler yaparlar? hep merak eder sorardım. Şimdi baktığımda da pek bir şey değişmedi.

Aktif dinleyici olduğum, aile öykülerini dinlediğim, hatta kuşaklararası öykülere bir farkındalık getirdiğimiz görüşmeler yapıyorum. Bi' nevi terapi.

İnsan, doğumunda son derece savunmasız bir canlı olarak dünyaya geliyor, sonra bize eşlik eden bakımverenlerimizle şekillenmeye başlıyor bu süreç. Biyolojik ihtiyaçlar, duyumlar, duygular derken hiç bitmek bilmeyen bir iletişim başlıyor ötekiyle. İhtiyaçlarımız karşılandı mı? Fiziksel ihtiyaçlar, duygusal ihtiyaçlar derken yaşam akıyor. Okul süreçleri, önce aile topluluğu, sonra da çevremizdeki topluluklarla tanış olmaya başlıyoruz ve hikaye şekilleniyor. Herkesin kendi yaşamının başrolünde olduğuna inandığım bir tiyatro sahnesi sanki yaşam.

Bu tiyatro sahnesinde Kukla sahnesi şarkısını dinlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. Müziğin ritmine kendimi kaptırırken ahenkle, sözleri dinledim birkaç kez üst üste. yaşam-ölüm dengesini bu kadar naif anlatan başka bir şarkı varsa lütfen paylaşın :)

yaşam akmaya devam ederken, başlığı koyup sonra alakasız yazılar yazmaya devam edeceğim. başroldeyim ve bu hayatı onlarca, yüzlerce insanla paylaşıyorum. çeşitli rollerim var, onların da başrollerinde oldukları hayatların da yan rolleriyim çünkü.

8 Eylül 2024 Pazar

sessizliğin peşinde

Bugün cevizlerin peşinde bir yolculuk halindeydik. Ankara'ya yaklaşık 120km uzaklıkta bir köy burası. Evlenince kütüğümün taşındığı yer bir yandan. Eşimin babasının çocukluğunun geçtiği topraklara ziyarete gidiyoruz 2 senedir. Geçen sene çok az ceviz veren bu ağaç bu sene bir sürprizle coşmuş idi :) Biz var olmadan önce de ceviz veren, biz bu dünyaya gözlerimizi yumduğumuzda da tüm yaşadıklarına rağmen cevizlerini -büyük ihtimalle- vermeye devam edecek bu ceviz ağacının cevizlerini toplamaya geldik köye. Hem yaz sezonunun sonuna doğru gelirken her yerden fışkıran böğürtlenler hem de armut ağaçları ile çevrili bir alandaydık.
 

Ağaçtan içsel bir izin alarak başladım ben dökülen cevizleri de toplamaya, hummalı, bol uğraşlı bir toplama macerası oldu. Toplarken alelacele hepsini toplamaya çalışmak ilk aklıma gelen hal olsa da kendime hatırlattım, acele de etsen, keyif alarak da yapsan bunu toplayacaksın. O zaman tadını çıkara çıkara, keyif alarak ve anda kalarak bunu yapmayı deneyebilirsin dedim kendi kendime. Benim performansımı değerlendiren bir mekanizma olmadığını, yaptığımın son derece yeterli olduğunu da hatırlaya hatırlaya toplayıverdim düşen cevizleri. Sonra da çocukluktan kalan bir alışkanlıkla kırıverdim oracıkta, taze cevizleri kırınca dışındaki o yeşil etli kısım nasıl bir iz bırakır parmaklarda hatırlamama rağmen :) ellerim lekeleniversin. Bu anın, deneyimin keyfini tekrar hatırlamak bile içimi ısıtıyor. İçimdeki obur kız, yaşam oburu, her şeyin tadına bakıp hepsini yemek isteyen küçük kız booolca doydu bugün.

Sonra köyün asıl önemli kısımlarından akraba ziyaretlerine geldi sıra. Aslında bu bir aile yolculuğu da olduğundan bir yandan bolca yüzleşme, belki tetikleyici bir içerik de oluşturuveriyor. Ram Dass; Eğer aydınlandığınızı düşünüyorsanız gidin ailenizle bir hafta geçirin diyor. ben de yaklaşık 6 yıldır içinde olduğum bu aile dinamiğinde bir gözlemci olarak mümkün olduğunca az tetikleniyorum. Bu yolculukta zorlayıcı duygular çıkıyor. Artık yetişkin çağımızda ebeveynlerimizin yanında onların da keyif almadığı hallerine tanık olabiliyoruz. Onların hem yaşlılık süreçlerinde geçiş dönemlerine tanık olurken yaşadığımız hüzün, hastalık süreçleriyle gelen çaresizlik hisleri ve yine onların tamamlanmamış mevzularına dair geliştirdikleri tutumun -bu belki geçmişe özlem, belki bolca öfkeli halleri de demek- bizde uyandırabileceği bütün karmaşık hisler de diyebiliriz buna.  Yetişkin hallerimizin onları çok da onaylayamayan tavırları olabilir. Yine de onları -ve kimseyi- kurtaramayacağımızı hatırlamak, herkesin kendi yolunu yürüdüğünü bilmek iyi olur. Hatta bunu sıkça söyleme ihtiyacı hissetsem de birisi için yapabileceğimiz en iyi şey kendimizle çalışmaktır. Benim kendimizle çalışmaktan anladığım şey elbette terapiye gitmek değil sadece. kendi süreçlerine tanıklık edebileceğin içsel çalışmalar yapmak. Sonuçta kendiyle çalışan insan, kabı genişledikçe, acılarına derinden bakabildikçe, acı çeken insanlara da belirli bir anlayış geliştirebilir ve o acılara illa bir çözüm bulma zorundalığı hissetmeden de yanlarında olabilir. Zamanında biz çocukken zorlandığımız hallerde duygularımızın kapsanmadığını içsel olarak bildiğimiz zamanlardan ŞİMDİ ve BURADA yetişkin olduğumuzun bilinciyle devam edebiliriz akışa.

Neticede hayat bu anlardan ibaret. Bir akrabanın bu sessizliğe, sadece doğanın sesine açılan balkonu muazzam hisler uyandırıyor. Burada ne güzel öğlen uykuları uyunur, ne güzel yazılar yazılır ve kafa dinlenir diyorum. Bahçeli bir ev hayalime doğru yola çıkmaya devam ediyorum :)

1 Eylül 2024 Pazar

çocuk yogası

 


•Çocuklar için yoga pratiklerinde  sakinleşmek, yavaşlamak, güçlenmek, dengede durmak ve rahatlamak kavramları sıkça ele alınır. Bu kavramlar yoga duruşları ve nefes pratikleri çocuklar için eğlenceli bir hale getirilerek yoga derslerinin içinde yer alır. 

•Derslerde beden farkındalığı ele alındıkça çocuklar kendi sinir sistemlerini sakinleştiren/dengeleyen birçok araç pratik etmiş olurlar. Yoga uygulamaları esnasında belli bir rutinde çocukların deneyimledikleri bu egzersizler ile nefes çalışmaları çocuklar sinir sistemlerine olumlu yeni kaynaklar eklerler. Öz-düzenleme becerileri geliştikçe sistemimiz daha etkili çalışır. Bilinçli pratik edildiğinde odaklanma süresini de olumlu anlamda etkiler. 

•Bir ömür kendileriyle taşıyacakları ve ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilecek kaynaklardır bunlar. Yoganın felsefesini şefkatli, dürüst, nazik, cesur olmayı hatırlatarak, en önemlisi de kendinden hoşnut olmayı, diğerlerine saygılı olmayı ve kendi sınırlarını keşfetmeyi öğretir ya da hatırlatır bu pratikler. Çocuklar zaten bilir kendi bedenlerine iyi geleni, 2 yaşları görürüz sınıfta durduk yere kendi kendine aşağı bakan köpek pozu yaparken  

•Bana kalırsa yoga pratik etmek hem çocuklarda hem de yetişkinlerde esneklik ve anda kalma becerilerini destekleyerek psikolojik dayanıklılığımızı destekler. Elbette yoga var olan tüm problemleri çözmez. Yoga felsefesi ve pratikleri ile yaşamın her anına nüfuz eden tüm pratikleri ile kendimizle çalışmak için önemli bir araçtır. YOGA BİZE SONUÇ DEĞİL SÜREÇ ODAKLI OLMAYI HATIRLATIR.

• çocuklarla yoga yapan, onlara eşlik eden yetişkinlerin/uzmanların öncelikle kendi sinir sistemlerini düzenlemeyi bilmeleri, sabırlı, çocukların sınırlarına ve ihtiyaçlarına saygılı, oyuncu, yaratıcı ve sevgi dolu olmaları gerekir. böylece söz ötesi bir yerden de çocuklara model olabilirler, terapötik bir ilişki kurabilirler ve beraber eğlenip yaşamın tadını çıkarabilirler. Çocuk yogası eğitmeni Jyoti'nin söylediği gibi, yoga sevme kapasitemizi genişletir







31 Ağustos 2024 Cumartesi

bir bisiklet yolculuğu


Bu uzun zamandır kendi başıma yaptığım en keyifli yolculuklardan biri olduğu için aşama yaşama yazmak istedim bunu baştan sona. katlanır bisikletimle taa beyşehir'den eryaman'a eve dönüş yolculuğum. 2024 oldu ve artık o kadar bloglar yok ve intagram reels'lar sanki bu dünyayı ele geçirdi. görsel hızlı geçişli videoların köpeği de olduk. bir dopamin döngüsünde yaşıyoruz bu şehir hayatında. olsun, dünya hep akıyor ve süreçler dönüşmeye devam edecek. bunun önüne geçemeyiz. yeni süreçleri seçip bunlara adapte olmayı seçebiliriz.

Ağustos 2024. Karavanımız gelmiş, yaz tatili dönemi. çalıştığım okuldan 1 ay ücretsiz izin almış, yeni maceralara açılmışız sevdiceğimle. 10 günlük bir rotanın ardından Ankara'ya dönüp ofiste yüzyüze seansları tamamlayıp, misafirleri ağırlayıp ertesi gün Alanya'ya Bağlanma ve İlişkiler atölyesi anlatmaya gidiyorum. 18 kişiyle buluşacağım bu atölye için. çok keyifli bir 3 saat geçiriyoruz. mevzuular derin, konuşulacak, yazacak, çizecek çok şey oluyor bu buluşmada. Birkaç gün daha Alanya'da sevdiğim, özlediğim yerlerde vakit geçirip Beyşehir'e göl kenarında kamp atmış eşimin yanına dönüyorum. 1 gece muazzam ıssız ve sessiz, muhteşem doğasında soluklanıp, köy pazarında muazzam sebze, meyve ve kaotik bir coşkunun içinde buluyorum kendimi. pazarları çok severim. toprağa yakın, bir yandan da güvende hissettirir beni. 

ve benim dönüş yolum başlıyor, çünkü seanslarım var, Murat kampta kalmaya ve tatilin son günlerinin tadını çıkarmaya devam edecek birkaç gün daha. yaptığım iş her neyse onu yaparken sürdürülebilir olması ve istikrar benim için hep çok değerli oldu. orada olurum hep. tüm mevcudiyetimle orada olmaya çalışırım. 
neyse düştüm yollara bu sefer aramıza yeni katılan minnoş bisikletimle, muratın fikriyle. önce bisikleti almalarına çok sevinerek, beyşehirden konyaya giden otobüsle 1 saat yolculuk yapıp, sonra da hızlı tren garına ulaştım bisikletle. yaklaşık 5 kmlik bir mesafede konyayı dolaştım tren garına gidebilmek için.
tren garına varmak, ilk kez trene bisikletle binmek yeni bir şeyler yapmanın heyecanıyla olmak beni çok canlı hissettirdi. ve şehrin içinde kendi bisikletimi sürerken, -genel olarak bisiklet sürerken de o canlılığı hissederim- canlılık yüzümdeki kaslarıma, vücudumdaki tüm hücrelerime doluverdi. bu canlılığı son aylarda kapadokya'da hiç bilmediğim bir alana kendi başıma belediye otobüsüyle giderken de hissetmiştim. yolda oluvermenin kendisi bile birçok duygu geçişini yumuşak bir şekilde yapmaya yardımcı oluyor. günlük telaşeler içinde merak, heyecan, coşku her zaman öfke, huzursuzluk, kopukluk, yorgunluk kadar yoğun hissedilmiyor sanırım. merak, heyecan, coşku ve neşe peşinde çıkıyorum böyle beklenmedik yolculuklara. onları aramıyorum da yolda karşılaşıyoruz diyelim :)
ve eve yine 6km uzaklıktaki tren garına varıp, eve de bisikletle geçiyorum. ilk işim tabi ki günlerce deniz ve göl kenarlarında tatilini geçirmiş biri olarak ankara'da en yakın olduğumuz sulak alan orada duruyor mu diye bakmak oluyor. yerinde duruyor şükür. canımız göksu parkı. nice güzel maceralara.
*son görsel birkaç kilometre uzunluğundaki göl kenarında tek başına bütün güzelliğiyle rüzgara dayanmış bir muhtemel gelincik. ilginçtir, kamp alanında bisikleti sürerken yaklaşık 1.5 km sonra tekeri patladı ve telefon da yanımda olmadığı için karavana dönene kadar o sessizliğin içinde keyifle yürüyerek karavan alanına dönmek durumunda kaldığımda bu çiçeği gördüm. benim için büyülü bir andı. yavaşladığım zaman gözümden diğer zamanlarda kaçabilecek detayları keşfetmek karavana dönüp tekrar yola düştüğümüzde arabayı bu fotoğrafı çekmek için durdurdum. 









 

12 Ağustos 2024 Pazartesi

vayu

bu akşam karavanımızın penceresinden bu manzara karşılıyor bizi. perseid meteor yağmurunu izlemek için sabırsızlıkla bekliyorum. karavan kamp alanında hafta içi olduğu için çok az konaklayan kişi kaldı, yerleşik kalan karavanlar dışında. 
bu alan şehrin gürültüsü olmadan sessizliği düşünme ve sessizliği hissetme fırsatı sunuyor. iznik gölünün hemen yanıbaşında bir minik yürüyüşe çıktım. fasulye tarlaları, biber tarlaları, kivi tarlaları, incir ve zeytin ağaçlarıyla dolu her yer. dolaştım bahçelerin etrafında. bolca da böğürtlen buldum :)
bugün öğleden sonra bir rüzgar başladı hava çok yakıcı bir güneş vardı. rüzgar neredeyse gece yarısı olacak hiç durmadı. rüzgardan ve sıcaktan şikayetlenecekken bir anda durdum. göl kenarındayız ve toprağa daha yakın olalım diye buradayız diye aklımdan geçince rüzgara şikayetlenmem geçiverdi. Aeolus rüzgar tanrısı bize güneyden kuzeyden her yerlerden rüzgarlar gönderdi. 

mesela sessizlik beklentisinde dalga sesleri ve rüzgarın söğüt ağaçlarını dans ettirdiği haller sadece keyif veriyor.

önüm arkam sağım solum sobe

 

11 Ağustos 2024 Pazar

karavanlı bir yaşama geçiş

  Merhaba! 5-6 yıl Alanya'da yaşadıktan sonra Ankara'ya taşınıp evlendim. Bu bloga 2010lu yıllardan beri bir şeyler yazıp eklerim. bazı yazıları yazıp arşivde bırakır, bazı yazıları depresif hallerde yazarım. Hiç yazma motivasyonumun olmadığı zamanlar da geldi geçti. Çeşitli aralardan, içsel sancılı dönemlerden bolca da terapi seansından sonra, asıl özümde sevdiğim bazı şeyleri yeniden anlatmak için buraya geldim. Ben Gevher. yazmayı, bazen anlatmayı, yüzmeyi, bisiklete binmeyi, yeni yerler görmeyi ve insan hikayeleri dinlemeyi çok severim. Ufka bakmayı çok sevdiğimi de artık Ankara gibi bir büyük şehirde yaşamaya başladıktan, 30'lu yaşlarımda terapistlik yapmaya başladıktan ve travma konusunda daha çok bilgi sahibi olup, stresimi yönetmekte zorlanmaya başladıktan sonra anladım. Yetişkin olup, tüm sorumluluğunu kendin aldığın bir yaşam Türkiye koşullarında da tüm dünyada olduğu gibi gerçekten çok eforlu. Nispeten küçük şehirlerde ve denize, doğaya yakın yerlerde yoga ve öğretmenlik yaparak yaşadığım hayatımdan şehir hayatında çok hızlı olmasa da yaptığım geçiş bütün hayatımın seyrini değiştirdi.  İhtiyaçlarımız ben çalışma hayatına girdikçe, kurumsal işlere dahil oldukça iyice güncellendi. 


minik evimiz, tosbağamızla yollara düşüyoruz ikidir. bu sefer 2000+km yol yapmak için ankaranın kuzeybatısı, çanakkaleye doğru çıktığımız -nispeten- uzun bir tatil yolculuğundan yazıyorum size. bu minik evin içinde düşünmek, üretmek, kahvaltılar hazırlamak ve daha önce hiç uyanmadığın yerlerde uyanmak çok keyif verici. seyyar evde internet erişimin olduğu ve online olabildiğin her yerde çalışmak da mümkün üstelik. online seanslarım oluyor, bu hafta tüm işlerime biraz mola versem de ara vermediğim online seanslarım da olacak. online çalışabilmek dünyanın birçok noktasıyla bağlantı kurma imkanı verdiği için inanılmaz bir özgürlük sağlıyor. pek çok şeyin de sürdürülebilirliğini sağlıyor. bir çift olarak yaşamımızın yepyeni bir dönemine geçtik. bu dönem 1+1 yaşadığımız eve alternatif bir ofis imkanı da sunuyor bize, şimdiden sağladığı alan; genişlik  ve ferahlık getirdi ailemize.



Şu çift kişilik yatağın 4 kişilik bir yemek masasına dönüştüğünü bilmek ve gökyüzüne açılan bir tavan penceresinin beni bu kadar mutlu edeceğini asla bilemezdim bu karavanın duvarına yaslanıp meditasyona oturmadan önce. Artık mesai dışı zamanlarımız için bize eşlik edecek bir yol arkadaşımız var. onun henüz bir ismi yok. sadece bu yaz tatilinde birbirimize kavuştuğumuzdan beri göl-deniz kenarlarından beraber geçmişliğimiz, o muazzam manzaralara uyanmışlığımız var. karavan kamp alanlarında çok yeni olsak da doğaya yakın, müstakil hayatların içinde daha çok zaman geçireceğimizi bilmek inanılmaz. bir kültür de oluşmaya başlıyor gibi. ufuk çizgisine uzun süre bakma ihtiyacı, Ankara'dan 9.kat apartmandan çıkıp derin bozkırlar görünce bile keyfinin yerine gelmesiyle anlaşılıyor sanki. Ben müstakil evde büyüdüm 18 yaşıma kadar da öylece devam etti. Şimdi en çok özlediğim şey toprağa yakın olmak diyorum. karavanda olmak bunu sağlıyor bizim için. mümkün olduğu kadar sadeleşmeye çalışıyoruz aslında. yazmayı, okumayı, en çok kahvaltı etmeyi seven bir çift olarak da bunu deneyimleyeceğiz gibi görünüyor. karavanlar için organize edilmiş kamp alanları var ve burada da insanlar keyiflerine son derece düşkün tatil yapıp, kamp atıyorlar :) 

çeşitli rotalar ve karavan gezilerinden çıkan her telden yazıları paylaşmaya devam edeceğim. bu yazı alanını açıp hangi fotoğrafı seçeceğim diye düşünmeyi bile çok özlemişim onu fark ediyorum bu yazının sonuna gelirken. sevdiğimiz, bize keyif veren her neyse onunla üretmeye, beslenmeye, büyümeye devam!


14 Temmuz 2024 Pazar

özlemler

 ömrüm için yeterince uzun sayılacak bir zamanda yoga dersleri verdim alanyada ve online olarak. ben ilk derslere başladığımda çok az süre bir hocanın derslerine katılıp, hemen eğitmenlik eğitimi alınca hep ders vermeye başladım. hiç bilmeyen birisi olarak öğrendiğim için de hiç bilmeyen bir topluluğa eeeen baştan, hep baştan, detayları hiç kaçırmamacasına yönergelerle anlattım tüm dersleri. bir şey yapayım en iyisini yapayım, ders vereceğim bütün yogayı anlatayım yoksa anlaşılmaz kaygılarıyla geçen onlarca hatta yüzlerce ders. pazartesi-çarşamba-cuma hep yoga günleriydi. 

çalışkan kızımız gefi'nin hep dershane günleriydi bunlar, genç yetişkin yaşamında da kendine bir uğraş buluverdi aynı günlerde. tesadüf müdürü bilinmez.

yoga dediğimiz de burada hatha yoga. beden aracılığıyla duruşlar ve nefeslerle çalışılan bir sistemin aslında küçük bir kısmı. işte burada yoga duruşları devreye giriyor ve duruşları 'travmaya duyarlı' açıklamalar yaparak anlatmak, bir yandan da oryante olmayı mümkün kıldığı, zihni de ikna ettiği için benim hep tercih ettiğim bir yol oldu. hep de korkum vardı tabii. 

hareket geçmişi de kısıtlı bir insan olduğumdan, bolca hareket etsem de bunları öğretirken kimseyi incitmemek istedim ve bu da çok temkinli yaklaşmama sebep oldu. aşırı bir uca kaydığım yerlerdi diye görüyorum şimdi. 

25-30 yaşlarım aralığında bu eğitmenlik tecrübesini deneyimlerken, bu yaş aralığının yaşam-kariyer-iş-aile-ilişkiler dengesi ve dengesizliği içindeyken taa ortaokulda bir hocamdan duyduğum ve hiç unutmadığım, 'ne kadar istikrarlısın' cümlesini çok yaşatan da biri oldum ve 4 yıl kadar özel zamanlar hariç ne olursa olsun bu derslere devam ettik. o sıralarda zaten ben psikolog olmak istemiyorum, bu benlik bir iş değil diye çığırtkanlık yaparken, kendimi asla da yeterli görmediğim, bu mesleği de yapmaya layık görmediğim zamanlardan geçiyordum. genel olarak deneyimim hep istemeyen çocuk olduğum gerçeği üzerinden şekilleniyordu. içten içe her zaman acaba isteniyor muyum, acaba yeterli miyim, acaba değerli miyim soruları ile geçiyordu. her ders kendi içinde başlayıp biten, başlangıcı ve sonu olan en azından sürecin kendisi rahatlatıcı olan bu disiplini uygulamak ve uyguladığım kadarını anlatmak bana bir yandan da müthiş bir keyif veriyordu. 

ne yapmak istediğini bilmeyen, ne yapmak istemediğini bilen bir genç kadın vardı o yıllarda. büyük sorumluluklar almak istemeyen, uzaklara gitmek isteyen ve her istediğinde gidebilecek bir özgürlük isteyen, kapalı alanları hep sevmeyen, mesaili işler istemeyen birisi...

düzenli bir programda dersler vermeye başlayınca kulaktan kulağa yayılan dersler başladı. sahilde başladı, herkesin ulaşabileceği, bunu uygulamak için sadece bir mata, hatta ona bile ihtiyaç olmadığını anlatmaya çalışan biri oluverdim. hareket et, nefes al, dinlen. bir anlığına da olsa böyle anların mümkün olduğunu hatırlatıverdik kendimize bu çalışmalarla. 

topluluk seven ben, pek tanıdığı da olmayan ben olduğumdan, yoga ve kahvaltı etkinlikleri yapmaya başladık bir süre sonra. derslere gelen insanlarla herkesin evden bir şeyler getirdiği bol bereketli sofralar kuruverdik. etkinlikler geldi, kamplar geldi. bu mesaisiz düzende rahatça serçenin uyanıp güne başladığında ekmeğini bulduğu gibi yaşayabilir oldum. geçim kaygısı çok yükseklerde olmasa da var oldu tabi hep. güvencenin olmadığı bir düzen aynı zamanda bu. özgürlük ve bağlılık arasında gidip gelen bir hal yani. kendi işini kuran, kendi markasını kuran biri oluverdim. ama bir stüdyom yok, herkes var sansa da. televizyon kanallarından ücretli reklamlar için arayanlar mı dersin, bize sponsor olur musun diyenler mi dersin büyük bir stüdyo sanıyorlardı beni.

süreçte dersler, etkinlikler derken onlarca keyifli an ve arkadaşlarım oldu. artık bu dönem sürmese de bağımızın sürdüğü güzel insanlar var. şimdi bu dönem kapanalı neredeyse 2 yıl kadar oldu, başlatıp büyüttüğüm bir sürecin bitmesinin yasını tutmaya pek de zaman ayıramadım. bazen özlüyorum o kaygılı olsa da deniz kenarında yaşamını sürdüren dersleri mümkün kılan kendimi. koşturduğum dersleri... artık geriye o sürece bakınca insan ilişkilerimi ve insanların sorgularını, sorularını daha iyi anlayabiliyorum. mesafesini koruyan ama yaşam enerjisiyle dolu o çocuksu hallerimi çok özlüyorum. deniz kenarını bir de. 

19 Haziran 2024 Çarşamba

ruhun çağrısı

 en son geçen ay kabuk değiştirmek üzerine bir şeyler karalamışım. acı macı diyip durmuşum, kocaman harflerle dirençten başka bir şey değil kendimle savaşım.

değişirken ve dönüşürken yaralar almamak, kabuklar bağlamamak kanamamak mümkün değil galiba. 

sorular sorular onlarca soru dolanıyor zihnimde. ne olmalı diyorum? gefiyoga ne olmalı? ben napmalıyım? 

 rüyamda gördüm diye oraya mı gitmeliyim?

aşırılıkları nasıl azaltacağım? 

huzursuz, havada, aidiyetsiz.

uyku öncesi bir mesele için düşünür, rehberlik isterken sorular üşüşmeye başlayınca, huzursuz hissetmeye başladım ve uykum kaçtı. 

ruhun çağrısını dinledin de bir yerlere vardın, şimdi orada olmak hala ruhuna hitap ediyor mu? kalpten olunca bunları düşünmeyi bırakacak mısın?

çocuklar, insanlar, ağaçlar, kediler, çiçekler, gökyüzü başka mı görünür olacak sana? yapmaya devam ettiklerini yapmayı bırakacak mısın? yoksa aynı telaşla önünü görmekte zorlanacak mısın?


telaşenden bilgi vermeye devam mı edeceksin? 

kaygını, korkularını, anlık duygu geçişlerini, kendini kaybedip hıçkıra hıçkıra ağlayışlarını ne yapacaksın?

kullanamadığın o potansiyel ile, ulaşamadığın yerlerden iç çekip uzaklaşacak mısın?

karavan geldi gelmedi derken hiç de rahat ve güvende hissetmiyorum 

aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. 

13 Mayıs 2024 Pazartesi

yeni biri

 kabuk değişimi esnasında da sancı çeker mi acaba canlılar bizim gibi? acı ve ızdırap dünyasında değişmenin de değişmemenin de acı dolu olduğunu düşünüyorum. bugün de geriye kalan hayatımızın ilk günleri. yeni bir hareket anlayışı geliştiriyoruz! aşırı akıldan ve net konuşmaya çalışan taraflarımı daha da sanata davet ediyorum.

sanatın içinde akışkanlığı bulmak isterim. kendi bedenimin derinliklerinde bir keşfe çıkmak, zihnimin ve bedenimin kapasitesini deneyimlemek istiyorum. harekete geçince yaratıcılık kanallarım açıldığından, o zamanlar yazdığım yazılar bile daha akışkan oluveriyor. 

bu hıdırellezde yaratıcılığımın beni ve başkalarını iyileştirmesini diliyorum. içimdeki sanatçıyı beslemek için iznim var ve gerekeni yapmak isterim. yaratıcılığımı geliştirebilirim ve yaratıcılığımı dinledikçe yaratıma yaratıcıma ulaşırım. 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Değer ve değersizlik üzerine.

 Değer ve değersizlik üzerine.

Bu hafta 31. yaşımı kutladık. Doğum günleri üzerinden kendi değerimi hissetmeye çalışmadığım ilk doğum günüm oldu diyebilirim. Varoluşumun gereksiz olduğu, olmasam daha iyi olur diye düşüne düşüne geçen onlarca yıl oldu.

Kendi yaşam öykümü anlatırken 10lu yaşlarda duyduğum bir konuşma çok belirleyici olmuş idi. Serada çalışan anneme yardim ederken, o bana hamile olduğunu öğrendiğinde beklenmedik bu hamilelik için, aldirmayalim dedik. Belki oğlan olur' cümlelerini kuruyordu bir yabancıyla, benim duyduğumu bile bilmeden. O zaman çok belirgin bir mesaj işlemişti içime. Ben zaten istenmeyen bir çocuğum. Bu mesajı pekiştiren seni zaten çingenelerden aldık ya da çingenelere vereceğiz diye dalga geçen ablalarımın eklediği, güçlendirdiği mesajları saymıyorum bile. Doğal olarak geniş bir aileye yakın oturan 5kisilik çekirdek ailemizden çatışmalar, özellikle de hiç yönetilemeyen kardeş çatışmaları da bu inancımı hep pekiştirdi. Onlar çatışmalar yaşadıkça ben olmasaydım böyle olmazdı, ancak ben gidersem bunlar düzelir diye bir inanç da belirdi. Yıllarca siktirolup gitmem lazım bu evden, çok uzaklara gitmem lazım diye diye yaşadım günlerimi. Hep çok uzaklara gitmem lazımmış gibi hissettim. Gidersem sanki her şey düzelecek gibiydi. Gitmek için, kaçmak için hep yollar aradım. Yurtdışına gitmek için lisans hayatım boyunca çabaladım durdum. Gittim de , 4ay Amerika, 6 ay Almanya, 2ay Budapeşte, ara ara 1 haftalık 10gunluk çeşitli projeler. her ne fırsat bulsam yollara düştüm, yollarda olmadığında da gitmek vardı hep dilimde.

Ne problemler çözüldü, ne ben gidersem her şey düzelir fikri geçti içimden. Hatta varlığımın yarattığı çatışmaların aile içinde iletişim için işlevli bir parçası olduğunu anladım. Varlık ve varoluş kavramlarının beni getirdiği noktada, doğumun gerçekleşmiş olmasının kendi başına değerli olmak için yeterli olduğunu anlıyorum. anladığımı kelimelerle anlatmanın bu kadar zor olduğunu hatırlamıyorum.

söz ötesi bir yerde, sadece gerçeklik var. BEN VARIM. Var olmaya hakkım var.