ocak aylarını severim. doğduğum ay olduğundandır belki.
büyük bir özgürleşme bence çok rahat görünsen de sıkıştığın rahimden çıkmak.
kışın insanı içe dönmeye de zorlayan bir doğası var. karanlık sabahlar, aynı ritimde akmaya çalışan hayat. değişmeyen mesailer ama içe dönmeye de teşvik eden bir karanlık geceler ve yaşam enerjisini hayatta kalmaya teşvik eden sebzeler. bolca da patates. sıcak ve soba ateşinin mayışıklığı özlemiyle geçen televizyon saatleri.
kışın en karanlık gün ve geceleri ocak itibariyle yerini daha aydınlık zamanlara azıcık da olsa bırakmaya başlar, işlevinin insanları daha içe bakmaya teşvik ettiğini bilmeden görevini yapar karanlık sabahlar.
daha çok karanlıkta bakması zor yanlarıyla karşılaşırsa da insan, onları görmemek için geceleri daha uyanık da olur bazen.
bu ayda doğdum ben. doğduğumdan beri yerime alışmaya çalışıyorum. sakin bir mizacım var. ama çok ağlarım. sakinlikle ağlamanın ne alakası var derseniz sakinlik içinde hiç derdin yok sanarlar ve bazen sen de o kadar sakinliği bozmamak için dertlerini nasıl ifade edeceğini bilemezsin de göz yaşların onlar yerine konuşuveririr.
neyse öğreniyoruz. gözyaşlarının sakladıklarını dinlemeyi de anlatmayı da öğreniyoruz.
bu öğrenme süreci doğduğumdan beri devam ediyor demiş miydim? hiç bitmiyor. öğrenmek ve anlamak var bir de idrak etmek var. doğduğum yerin dilini hala öğrenmeye devam ediyorum. aynı şeyi anlatmak için o kadar çok yol var ki bu dilde, uzun yollardan gidip çok vakit kaybettiğimi de hissediyorum bazen.
kafanızı şişirmeyeyim. bende anlatacak şey çok oluyor. kendimle ilgili, hayatın içinden. başkalarının da hayatlarıyla ilgili çok şey var zihin haritalarımda.
anlatırsam da dinleyin e mi?
kalabalıklara konuşmak hatta bir gün okunur ümidiyle yazmak içimdeki boşluk hissini bir nebze de olsa dolduruyormuş hissi veriyor bana.
içimdeki boşluk çoksa da içimi şişirecek şeyler bulurum mutlaka. kafaya takacak, dert edecek çok şey var sanki dünyada.
kendi içindeki dünyayı anlamaya çalışmak bu dışarıdan bakılınca mavi görünen gezegeni de kapsayan evreni anlamaya yine bir nebze de olsa yardım edebilir.
dünya-evren-kainat hiç anlaşılmaya çalıştığının farkında mı acaba?
farkındalık bu 2000li yılların en çok kullanılan kelimesi olabilir. önce farkındalık, sonra gerisi gelir de denir.
bu kadar doğum-gözyaşı-farkındalık sürecinin bizi getirdiği bu ocak ayında yeniden doğuyoruz. iki kapılı bir handa gece-gündüz gittiğimiz bu yolculuk bolca doğum, bolca da son ve ölüm içerir. ölür yeniden doğarız, yıllık döngülerimiz, mevsimlik hatta yedi yıllık döngülerimiz biter ve artık bu yola başlayan kişiyle aynı olmayarak, yani bir nevi ölüp yeniden doğarak başlarız bu döngüye de. eskiyi anar, yeniye dair niyetler koyarız.
yeni döngüme, yeni yıla, yeni bir döneme niyetim eskileri sindirebilmek ve iyileşmek.
iyileştiğimde ne olacağını bilmiyorum. hastalıkların, rahatsız hislerin bize öğrettikleri veya hatırlattıkları mesajları duyumsamayı önemsiyorum.
iyilik çoğalsın, büyüsün dilerim bu yılda.
bu seni tanrı benimle ne kastetmiş olabilir sorusuna bu yıl cevaplar bulmayı diliyorum.
bi bakalım :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder