2 Şubat 2013 Cumartesi

tarihlerden..

6ekim sabahı.. hava değişikliği için antalya'ya gidecek oluyorum. hava değişikliğine ihtiyacım var çünkü boğuluyorum burada. bu şehirden değil aslında, şehirdeki şeylerin yerlerinden. yanlış yerlerdeyiz belki de.. belki yanlış kişi yanlış yerde olmasa kimse boğulmayacak cankurtaranların olduğu yerlerde. değişiklikler iyi gelir de ağlamam diye, güçlenirim diye. insan kendini güçsüz der mi, hisseder de der mi bunu yine de, dedirtiyorlar işte.. kaçacak delik bulamayınca insan gücünün arkasına sığınıyor. herneyse, bilet sabah 8de. geceden alınmış nasılsa uyanırım diye.. dualar ediliyor uyumadan nolur ağlamayayım diye. sabah olmuş 08:10 bir hışımla uyanış.. kafama ne kadar vursam az, otobüs kaçmış. çişimi yapsam mı yapmasam mı çıkmadan diye büyük bir telaş.. yapmasam daha kötü olacak biliyorum. en gergin sabah çişi, normalde günün en rahatlatıcısı aslında, sanki normal bir durum var ortada. geceden hazırladığım çantamı kapıp bir başka hışımla evden çıkıyorum koşuyorum en yakındaki bilet satıcısına, anlatıcam durumu böyle böyle naparım diye.. o esnada bilet alan insan bir türlü konuşmamıza zaman bırakmıyor, o arada otogara giden servis geliyor ve bir hışım daha.. oradaki meşgulle konuşmamaya karar veriyorum. istikamet otogar. durumu anlattığım kadın yapacak bir şey yok diyor, yeni bilet alacaksın. surat zaten yerlerde.. ne desem de fayda etmeyecek değil mi? asıl yetkili ablayı çağırıyor, böyle böyle otobüsü kaçırdım ben diyorum, başka param da yok, zaten ilk defa başıma geliyor böyle bir şey (hafif gözyaşı -bu önemli bir nokta-) zaten cenazeye gidiyordum, her şey üst üste geldi. tamam diyor, ben halledicem, gidiceksin bir sonraki araçla. sevinmeler teşekkürler minnetler iyi niyetler falan hepsi. sonrasında asıl cenazenin kendi cenazem olduğunu fark ettiriyor kafada yanan ampüller.. niye götüresin ki o ruhu başka hava sahalarına değişsin diye.. zaten değişen şeyler bu hale getirmiş beni. insanlar sevme sebeplerini unutmuş, merhamet bekliyorum ben de. yol 8buçuk saat sürdü sonra bir yağmurla karşıladı antalya beni. gidişime ağlardı bu şehir eskiden, biliyorum sorun şehirlerde değil.

lağvetmek

bir kuruluşu kaldırmak, işleyişine son vermek demekmiş. nerden de çıktıysa karşıma.. ne önemi var değil mi mümtaz? mümtaz hayat son verilesi dönemlerden geçiriyor bizi.. yoran boğan durumlardan.
'seninle yeniden tanıştığımıza çok memnun oldum' bu aralar duyduğum en içten sözler. içtenliği sözlerine, sözleri güzelliğine yansımış bir insanla vakit geçirmek kadar kıymetli bir şey daha var mıdır oralarda bilemiyorum. 'bunca zamandır nerelerdeydik acaba?' buralardayız işte, daha yakınlarda. en yakında olamasalar da, artık varlıklarından haberdar, daha güzel çarpan yüreklerle birlikte... bir insanın gerçekten pozitif olabileceğini, yaşadıklarının onu nasıl daha da güçlü hale getirip, merhamet duygusu besleyebileceğinin somut bir örneği olan bu insanla vakit geçirmek benim için gerçekten büyük bir onurdu. böyle keyifli vakit geçirebildiğiniz insanların var oluşu, gerçekten umut vaat ediyor ve umut hayallerimizin gerçekleşmesini sağlayan güce sahip. güç biziz! güç insanların içindeki iyi düşünceler. iyi ki varmışsın ki senle tanışmışız:)

1 Şubat 2013 Cuma

İngilizcenin çok gerektiği şu günlerde, hiçbir şeye yetmeyen ingilizcemin temellerinin atıldığı günlerden bir defter buldum. lise 1. bakın neler yazmışım! six weeks ago we went to Vienna with school. we went to national museum of Vienna. it was intresting. we learned a lot of things about historical vienna. there were lots of clothes, paintings, statues from middle age because before there wasn't any history in vienna. we saw paintings about the war between Ottomans. we saw old maps and armours. we saw red ottoman spears there. spear: mızrak. armour şöyle bi'şey. bunu görüp o anda neler hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Allah'ım bunu yazan ben miymişim demek? gözlem gücüm iyiymiş demek. hafızam da tabiii

26 Ocak 2013 Cumartesi

uğur'lar

24 ocak 1993'te araştırmacı, gazeteci, yazar Uğur Mumcu, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu öldürüldü. suikastin failleri yakalanamadı. Birkaç gün önce arabasının kalan parçalarını aileye vereceklerini açıkladılar, kapanmayan yaraları deşe deşe. İzmir'de Mumcu'yu andık yağmurlu bir gecede. o kabus dolu günün ardından geçen 20. yılı mumcu'nun sevenleri, gazeteciler, müzisyenler hep birlikte onu hatırladık. Ümit Zileli, Uğur Dündar, Soner Yalçın ve birçok dostu geldi Mumcu'nun. ümit zileli, güneşli güneşli günlerde sevda türküleri söyleyeceğiz diyor. ümidimizi kaybetmemizden korkuyor. Uğur Dündar en çok başbakan medyadan veryansın ediyor. 1987 yılında Sedat Simavi ödülünü almış Mumcu'yla birlikte. Mumcu "Ben Atatürkçüyüm, Ben cumhuriyetçiyim, Ben laikim, Ben anti emperyalistim, Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım. Ben özgürlükçüyüm, Ben insan hakları savunucusuyum, Ben, yobazların, vurguncuların, Çıkarcıların düşmanıyım.." diyordu. düşmanlar onu rahat bırakmadı. Dündar veryansın ettiklerinden bir fıkrayla devam ediyor: 'napolyon dünyaya yeniden gelir vee beyaz saray'da obama'yla görüşür. viski kadehlerini tokuştururken şöyle der obama'ya sizin sahip olduğunuz silahlara sahip olsaydım waterloo savaşını asla kaybetmezdim. napolyon bu sefer putin'i ziyaret eder. vodka kadehlerini tokuştururken sizin sahip olduğunuz KGB gibi bir örgüte sahip olsaydım o savaşı asla kaybetmezdim der. napolyon son olarak Tayyip'i ziyaret eder köşkünde. su bardakları tokuşturulurken obama sizin sahip olduğunuz gibi bir medyaya sahip olsaydım waterloo savaşını kaybettiğimden kimsenin haberi olmazdı, der. böyle de içler acısı bir eleştiri.. soner yalçın sözü devraldığında yazı adamı olduğundan, Uğur Mumcu'nun kütüphanesinde nasıl piştiğinden bahseder. ölmeyi ondan öğrendik biz der. Yenemediler yenemicekler. yenilgiyi öğretemeyecekler diye bitirir acıların kardeş ettiği dostlarına. Mumcu der ki: Korkak bin kez, cesur bir kez ölür. Mumcu cesurdu. cesareti onu ölümsüz yaptı. ardında bıraktığı fikirlerine işlemeyen şarapneller, herkese kanıttı. Bir pazar sabahıydı Ankara kar altında Zemheri ayazıydı Yaz güneşi koynunda Ucuz can pazarıydı Kalemim düştü kana Zalimler pusudaydı Bedenim paramparça Çevirdim anahtarı Apansız bir ölüme Şarapnel parçaları Saplandı ciğerime Ucuz can pazarıydı Kan doldu gözlerime İsimsiz korkuları Katmadım yüreğime Bembeyaz doğruları Yaşadım ölümüne Uğur'lar olsun Uğur'lar olsun Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun Bir keskin kalem, bir kırık gözlük Yürekli yiğitlere hatıran olsun

6 Ocak 2013 Pazar

sizseniz siz olun

sen - siz kavramında yaşadığım çekişli çok büyüktür. hiyerarşinin olduğu her yerde aşağılık kompleksi olan insanların kendini yukarıda hissetmesini sağlar 'siz' şeklinde hitap edilmesi. yaş grubuma yakın birtakım insanlara ne demek istediğim konusunda karar kılamamakla beraber, ani streslere girip sen diye hitap ederek karşımdakinin kompleksli olup, bunu bir alt etme yöntemi olarak kullandığını gördüğüm çok olmuştur. malumdur türkçe'de siz ilk olarak saygı ifadesi ikinci olarak da 2. çoğul şahıs işlevindedir. bana kalırsa saygı ifadesi olan siz de çoğuldur görünüşündeki tüm tekilliğe rağmen. sen, keyfin ve kahyasına hitap etmek çoğulluk ister! bu yüzdendir ki çoğunlukla bu insanların keyiflerine göre hareket ettiğimizden kendilerini daha çok bok sanarlar. burada değinmek istediğim bir nokta, kültürün dili şekillendirdiği kadar dilin de kültürü şekillendirdiğidir. bizim dilimizde böyle bir kelime karmaşası yaşandığı için insanlar da karmaşa yaşarlar. kendimden kaç yaş büyük bir ingilizle konuşurken ona you desem hiçbir gocunma hissetmez. love kelimesi bizde hem sevgiyi hem aşkı karşıladığından biz de adlandırmakta zorlanıyoruz bir şeyleri... böyle kompleksli insanlarla tartıştığıma pek değmiyor gerçi ama bu karmaşayı adlandırabildiğimi düşünüp seviniyorum kendi adıma. siz siz olun yine de hitap şeklinizi düzgün seçin. her siz you olmayabiliyor.

16 Aralık 2012 Pazar

kaybolan gelecekti aslında

sen aptal bir kadın değilsin dedi adam. kadını kadın yapan o adam, o kadınla adam olmuştu çoktan. onu kadın yaparken, inkar ettiği aptallığı da vermişti ona kadınlığının yanında.. şimdi uzak olan mayıs kadar uzak bir zamandan gelmişti.. ama gitme vakti gelmişti çoktan. adam giderken 'çok güzel bir hayatın olacağını biliyorum' diye uğurladı kadını. kadın hadi git şimdi yeni güzel hayatına diyebildi gözyaşları arasında.. ne gitmek istiyordu, ne gitsin istiyordu. ama gitti ikisi de ters yönlere. artık birlikte olamayacakları yabancılıklara doğru büyüklü küçüklü hızlı adımlarla gittiler. kadın geri döndü sonra, 'allah sevdiğinden ayırmasın' diye dua eden kadına cebindeki tüm bozuklukları verdi. ve palmiyelerin arasından yürüyen sevdiğini izledi gözden kaybolana kadar. kaybolan kadının tüm benliğiydi, tüm bencilliği, tüm geleceği. artık geleceğin tek getireceği adamın emin olduğunun aksine hüzün ve umutsuzluktu. adamın gerçekten mutluluk dolu bir hayatı olacaktı, kadınsa yok olacaktı.