Her yolculuk insanı değiştirir. Yolculuğa çıkan kişi geri döndüğünde artık aynı kişi değildir. (Barış özcan youtube kanalında gezilerini anlatırken paylaşıyor bu sözü)
murat ile ilk tanıştığımız haftada köyceğize bir yoga kampına gitmiştik, yolculuk öncesi oo 'Road trip' çok severim diyerek tavlamış olabilirim onu, hala dalgasını geçer. uzun uzun ülke içinde yolculuğa çıktığımız canımla bu sefer 2200 kmlik bir yolu tam 6 gece 7 gün yolda olarak tamamladık. 2 senede yaklaşık 10binleri gördük diye tahmin ediyoruz :)
kendime dair hatırladığım tüm zamanlar gitmediğim yerlere gitmekle, hayal kurmakla, kendimi orada buluvermekle geçti. daha önce çok yazmışımdır, kayıp parçalarımı buluyormuşum gibi hissediyorum diye.
eskiye dair en umutsuz hissettiğim ve en çok da düşündüğüm zamanlarda aynı zamanda yalnız, cesaretsiz olduğumu sandığım zamanlarda bile dünyanın bir ucuna gidip anlaşılmak için çabaladığımı görebiliyorum.
dünyanın bir ucundan
bir ilçede 5 yıldır yaşayalı ise bu alanın da her an bambaşka uçları olduğunu bilmek, bazen daha önce gittiğin yerlere bile her gidişinde yeni şeyler görebilmek bir önem kazandı.
okyanusların içindeki damlalar ve damlaların içindeki okyanuslar. makro ve mikro kozmoslar.
nefesini izlerken bir anlığına sessizliğin ve boşluğun içinde asılıkalan o halin ve anın mükemmelliğini hissetme hali.
işte son çıktığımız bu uzun yolculuk boyunca birçok ana tanıklık etmek mümkün oldu. aslında tüm yolculuk için olmasa da bazı noktalar için hedef noktaları vardı, Nemrut dağı gibi, Göbeklitepe gibi, Balıklı Göl gibi noktalar geziye dair beklentimin yüksek olduğu yerlerdi. sanki oralara gidince bir mucize gerçekleşecek.
yani asıl mucizenin yolculuğun kendisi olduğunu, adım adım ilerleyen tüm süreçlerde, şehirlerin kendi alan enerjilerinin yüksekliğinde, doğuya gittikçe aynı zamanda samimiyetin artışında, kaygının da aynı oranda azalışını gözlemleyebildiğim dolu dolu bir gezi oldu benim için.
8 Ağustos 2021 Pazar
29 Mayıs 2021 Cumartesi
yine yollar
bu zamanlar, bu 20li yaşlar, bu mücadele, nasıl geçiyor bazen hiç anlamıyorum. insanın kendi deneyimine şahit olması ne garip. kendine dönüp bakıyorsun ama sanki o baktığın sen değilsin. Theseus'un gemisi Atina'da hatıra olarak uzun süre muhafaza edilir. Zamanla geminin tahtaları çürüdükçe yenileriyle değiştirilir. Öyle ki, bir gün geminin değiştirilmedik hiçbir parçası kalmaz. Bu durumda gemi hala Theseus'un gemisi sayılır mı, yoksa başka bir gemi haline mi gelmiştir? Gemi, antik filozoflar için tartışma konusu olur. Wikipedia'da Paradoksun kişilik sorunuyla da ilgisi vardır. Tüm organları zamanla nakledilerek yenilenmiş bir insan, başlangıçtakiyle aynı kişi midir? Hayatımız boyunca vücudumuzdaki tüm atomlar doğal bir şekilde yenileriyle değişse, bu hayatı sürenin tek bir kişi olduğu söylenebilir mi? sorusu geçiyor
bu soruya organsız ama tüm hatırlarını bedeninde ve hücrelerinde taşıyıp, hücresel boyutta nefes alıp yenilenmeye çalışan bir ruh sağlığı çalışanı olarak yazıyorum.
öyle her şeyler değişiyor, sürekli yen bilgiler geliyor hayatıma, kimisi bir uğultu kimisi bir sinek vızıltısı kadar rahatsız edici, kimisi de bir kilise çanı edasıyla zonkluyor. bilgiden o bilgelikten yana bir de o bilgileri kolayca deneyime dökmene aracı insanlar var bir de.
yıllar önce hayatın beni nereye taşıyacağını bilmeden, uçan halıya binip bazen irtifası düşük bazen çöllerin üstünden, bazen nehirlerin bazen de en tepelerde himalayaların üstünden uçup yine rakımı 0, deniz kenarında bir yere konup tenimin kavruk tonlarına ton katıyorum.,
yaşamaya dair, çalışmaya dair, insanlara dair, güvene ve güvensizliğe dair çok deneyim ve yaşantı var sanki bu rakımı 0 yerde.
geçmişin tozlu raflarında gezinip ah-vahlayan taraflarımızı, neden ben diyen kurban rollerimizi, ya oldu ve güçlendim nelerin üstesinden geldim güçlüyüm ben diyen o kahraman taraflarımızın hiçbirini sahiplenmeden, hepsini o okyanusun birer damlası olarak, bütünün bir parçası olup bizi en yüksek potansiyelimize hazırlayan adaptasyonlarımıza ufak bir selam çaktıktan sonra, bütün günü 1 metrekarelik bir yoga matının üzerinde kaykıla kaykıla, evden hem online ortamda çalışıp hem de eğitimlere dahil olabildiğimiz modern bir zaman bilmecesine düştük. bir işi yapıp o işin içinde tutunmak ve devam edip etmeyeceğini belirleyen ilk 3 yıllık bir süreç var anladığım kadarıyla. ben 4. yılıma girdim bu işlerde :) modern zamn süreçlerine direnip online iş yapmakta, o alanı tutup enerji geçişini sağlamak konusunda benim için endişeler boldu, şimdi hem yüz yüze hem de dünyanın bir ucundan ya da öteki mahalleden insanlarla online dersler yapmak mümkünmüş.
Omurga, nefes, sinir sistemi, esnemek, pendülasyon, somatik, yoga, genişlemek, yakınlaşmak, bırakmak. bunlar her gün neredeyse derslerimde geçen cümleler. bu derslere, içeriklerine ve eğitim süreçlerime dair daha çok yazmak isterim. hep anlatıyorum, çok konuşur oldum. OMURGA UZUN!!111 bu geceler boyu yazma hissinin gelmesi çoğu zaman gitmek var hep dilimde şarkısını getirmiyor artık :) yani şimdi geldi ama öyle bir aciliyet hissi kalmamış içimde. ama içimde hala yollar var, özlediğim. uzun uzun bakmalara doyamadığım, artık koca ağızlı minnoş sevdiğimle çıkabildiğim.
bu soruya organsız ama tüm hatırlarını bedeninde ve hücrelerinde taşıyıp, hücresel boyutta nefes alıp yenilenmeye çalışan bir ruh sağlığı çalışanı olarak yazıyorum.
öyle her şeyler değişiyor, sürekli yen bilgiler geliyor hayatıma, kimisi bir uğultu kimisi bir sinek vızıltısı kadar rahatsız edici, kimisi de bir kilise çanı edasıyla zonkluyor. bilgiden o bilgelikten yana bir de o bilgileri kolayca deneyime dökmene aracı insanlar var bir de.
yıllar önce hayatın beni nereye taşıyacağını bilmeden, uçan halıya binip bazen irtifası düşük bazen çöllerin üstünden, bazen nehirlerin bazen de en tepelerde himalayaların üstünden uçup yine rakımı 0, deniz kenarında bir yere konup tenimin kavruk tonlarına ton katıyorum.,
yaşamaya dair, çalışmaya dair, insanlara dair, güvene ve güvensizliğe dair çok deneyim ve yaşantı var sanki bu rakımı 0 yerde.
geçmişin tozlu raflarında gezinip ah-vahlayan taraflarımızı, neden ben diyen kurban rollerimizi, ya oldu ve güçlendim nelerin üstesinden geldim güçlüyüm ben diyen o kahraman taraflarımızın hiçbirini sahiplenmeden, hepsini o okyanusun birer damlası olarak, bütünün bir parçası olup bizi en yüksek potansiyelimize hazırlayan adaptasyonlarımıza ufak bir selam çaktıktan sonra, bütün günü 1 metrekarelik bir yoga matının üzerinde kaykıla kaykıla, evden hem online ortamda çalışıp hem de eğitimlere dahil olabildiğimiz modern bir zaman bilmecesine düştük. bir işi yapıp o işin içinde tutunmak ve devam edip etmeyeceğini belirleyen ilk 3 yıllık bir süreç var anladığım kadarıyla. ben 4. yılıma girdim bu işlerde :) modern zamn süreçlerine direnip online iş yapmakta, o alanı tutup enerji geçişini sağlamak konusunda benim için endişeler boldu, şimdi hem yüz yüze hem de dünyanın bir ucundan ya da öteki mahalleden insanlarla online dersler yapmak mümkünmüş.
Omurga, nefes, sinir sistemi, esnemek, pendülasyon, somatik, yoga, genişlemek, yakınlaşmak, bırakmak. bunlar her gün neredeyse derslerimde geçen cümleler. bu derslere, içeriklerine ve eğitim süreçlerime dair daha çok yazmak isterim. hep anlatıyorum, çok konuşur oldum. OMURGA UZUN!!111 bu geceler boyu yazma hissinin gelmesi çoğu zaman gitmek var hep dilimde şarkısını getirmiyor artık :) yani şimdi geldi ama öyle bir aciliyet hissi kalmamış içimde. ama içimde hala yollar var, özlediğim. uzun uzun bakmalara doyamadığım, artık koca ağızlı minnoş sevdiğimle çıkabildiğim.
uzun zaman sonra
uzunluğun göreceli olduğu bir zamandan yeniden merhaba, bu zaman 1 yıldır aynı balkondan geçmeye devam ediyor.
kafamızda onlarca kavramın, köklenmenin, merkezlenmenin, dengelenmenin dolaştığı, açılma, kapanma, pandemi ve aşı kelimelerinin bol bol duyulduğu günler bitmek bilmiyor. dengeyi ve merkezi aradığımız ilk günler değil elbet. şimdi biraz iyotlu deniz kokusu, adaçayı tütsüsü ve bir mate çayı eşli ediyor tüm yaşantılara.
kaygılar ve korkular artık zihnimin en merkezinde değil, böylece daha kolay başka dengeler kurulabiliyormuş gibi geliyor bana.
kaygılarını kendine arkadaş yapmış onlarca insanla tanıştım. sanki ben de kendi kaygılarımı onlarca ülkede, dünyanın bambaşka yerlerinde gezdirmiş gibi hissediyorum.
şimdilerde ise euronun 10lirayı geçtiği şu günlerde kıçıkırık yunan adalarında soda içip döner yemek bile hayal olmuş. politikalar kişisel sınırlarımızı ihlal edeli yüzyıllar, bunu bu bedenimde deneyimleyeli de yeni bir yıl oldu. bedenin içinde kalırken konforu yakalamak çok mucizevi. bazen kelimeler 'genişlemek', ''özgürleşmek', 'bırakmak' dedikçe konforun tanımı da değişiyor
yıllar geçtikçe, hayatta bizi nelerin mutlu ettiğine dair daha çok cevaplar geliyor. sahi mutluluk neydi? bir çocuğun sebepsiz kahkahasına şahit olmak mıydı? çocukların o diğerleri ne der endişesine geçiş yapmadan önceki hallerini gözlemek, doğal olmak için bir rehber, öyle boşvermiş, öyle saf, öyle neşeli haller.
27 Aralık 2020 Pazar
her son, yeni bir başlangıç
bu sabah uyandığımda artık saçlarımı at kuyruğu yapılabilir bir uzunlukta buldum,
vakit geçmiş. sadece günler geçsin diye...
'bu hayat sadece dünya dönsün diye var' diyor türküde,
bu yıl biterken vedalar, ayrışmalar, burukluklar doldu doldu taştı. taşanlardan yeni ümitler çıktı.
yeni bir sene bize hala umut vaadedebiliyor.
11 Eylül 2020 Cuma
aylardan eylül
bedenimi uzun zamandır hissetmediğim kadar yorgun ve bitkin hissediyorum. kendi hallerime aşina değilim sanki, kendi halinde dünyayı saran bir virüs dolaşıveriyorken etrafta grip bütün popülaritesini yitirdi.
grip olmak sanki imkansız, günler gelip geçiyor.
beni mutlu eden tek şey sanki denize ayak basmak ve denizi görmek. bazen gece ve yıldızlar da benzer bir his yaratıyor ama masmavi pofidik bulutları olan bir gökyüzü kadar değil kesinlikle. yorgun olduğum bir an bile aklımda sadece bu güzel anlar var, bir de iştahım olmadığı için günde 1 öğünle günü bitirebilmenin gün sonunda ağzımda bıraktığı tad. sanki acıkıyorum ve canımın çekebileceği aklımdaki tek tad, aşırı acılı tamadığımda tat bırakan salçalı şeyler.
yoğun ve biraz tatsız bir gün geçirdim. baharatlı tatlar yoktu ve canım yanıyordu.
3 Eylül 2020 Perşembe
2 Eylül 2020 Çarşamba
home is...
home is where you are. (sen neredeysen evin orası)
bu söylem bizim kuşağa mı ait hiç bilmiyorum ama içimi ısıtan biz söz.
belki alanya'daki nüfus, belki benim içim öyle olduğundan, geniş çevremdeki birçok insanların hepsi göçmen. yerel halka dönüşmüş göçmenler.
bazılarının içi hala göçebe, bazılarının kökleri yüzyıllık çınarlar gibi sağlam.
benimse içimdeki inatçı kökler uygun zeminler, kaynak suları ararken ne kadar zorlansa da orada bir yerlerde, bir anda bıraktı çabayı. şimdiye dair konuşmak hala mutlu ederken, daha da köklenmiş hissediyorum kendi konforumda.
belki de yeni kuşak, doğduğu ve doyduğu alanlardan da çok uzaklarda yeni deneyimlerin peşinde koşarken bir anda durup ne olduğunu anlamaya çalışınca geliyordu o aidiyetsizlik hisleri. o tanıdık hislerin yerine alışılmadık belki de konforsuz hisler alıyordu.
ama benim içim en çok seni bu ana getiren köklerle barışmayı, olduğun hali onurlandırmanı ve en çok da olacak olanları heyecanla beklemeyi seviyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)