6 Ekim 2024 Pazar
bir kaygı ve dehb meselesi
23 Eylül 2024 Pazartesi
akışta mıyım?
önce kabul. artık sürekli aşırı uyaranlara maruz kaldığımız ve kaldırabileceğimizden çok daha fazla yükle uğraşmamız gerektiğini kabul.
17 Eylül 2024 Salı
ne gerek var içselleştirilmiş bir dış ses
hayatı anlamaya çalışıyorum sanki romanlar ve kuramlarda hiç yazılmamış gibi.
kendimi keşfetmeye çalışıyorum sanki hiç yazılmamış gibi insana dair şeyler.
doğum, gelişim, olgunlaşma ve ölüm sanki hiç anlatılmamış gibi kutsal kitaplarda ve filmlerde.
iç seslerimi duyuyorum, zaman zaman boşvermiş, zaman zaman hemen bitiversin isteyen bu yaşam. bazen de bu maceranın, yolda olmanın bizi nerelere götüreceğini hesaplayan, akışa da güvenebileceğini deneyimleyen sesleri.
insanın anlam arayışında olduğu bir çağ bu. karşıma çıkan çok değerli bir söz oldu kendi anlamımı ve bu yaşama neden geldiğimi ararken, Pablo Picasso'dan geliyor:
The meaning of life is to find your gift. The purpose of life is to give it away.
Türkçe meali: Hayatın anlamı hediyeni bulmaktır. Hayatın amacı onu vermektir.
Hayatımın anlamını ve amacını ararken, kendi hayat hikayemi derinlemesine çalıştığım terapi süreçlerinin ve yaşamda bir şekilde çıktığım yolun kendisinin çok yardımcı olduğunu anlıyorum. Çocukken bolca yürümem gerekirdi gittiğim ilkokula, sonra liseye hatta üniversiteye. Bolca düşünmelik zaman, hep yürümeyi tercih ederdim başka bir zorundalık olmadıkça.
Lise andacımda ne kadar iyi bir dinleyici olduğum yazıyor uzunca zaman tanış olduğum insanlar tarafından. Çocuk hallerimi hatırlıyorum, yeni çocuklarla tanışırken hep aile öykülerini merak ederdim. Nerede yaşarlar, neler yaparlar? hep merak eder sorardım. Şimdi baktığımda da pek bir şey değişmedi.
Aktif dinleyici olduğum, aile öykülerini dinlediğim, hatta kuşaklararası öykülere bir farkındalık getirdiğimiz görüşmeler yapıyorum. Bi' nevi terapi.
İnsan, doğumunda son derece savunmasız bir canlı olarak dünyaya geliyor, sonra bize eşlik eden bakımverenlerimizle şekillenmeye başlıyor bu süreç. Biyolojik ihtiyaçlar, duyumlar, duygular derken hiç bitmek bilmeyen bir iletişim başlıyor ötekiyle. İhtiyaçlarımız karşılandı mı? Fiziksel ihtiyaçlar, duygusal ihtiyaçlar derken yaşam akıyor. Okul süreçleri, önce aile topluluğu, sonra da çevremizdeki topluluklarla tanış olmaya başlıyoruz ve hikaye şekilleniyor. Herkesin kendi yaşamının başrolünde olduğuna inandığım bir tiyatro sahnesi sanki yaşam.
Bu tiyatro sahnesinde Kukla sahnesi şarkısını dinlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. Müziğin ritmine kendimi kaptırırken ahenkle, sözleri dinledim birkaç kez üst üste. yaşam-ölüm dengesini bu kadar naif anlatan başka bir şarkı varsa lütfen paylaşın :)
yaşam akmaya devam ederken, başlığı koyup sonra alakasız yazılar yazmaya devam edeceğim. başroldeyim ve bu hayatı onlarca, yüzlerce insanla paylaşıyorum. çeşitli rollerim var, onların da başrollerinde oldukları hayatların da yan rolleriyim çünkü.
8 Eylül 2024 Pazar
sessizliğin peşinde
Ağaçtan içsel bir izin alarak başladım ben dökülen cevizleri de toplamaya, hummalı, bol uğraşlı bir toplama macerası oldu. Toplarken alelacele hepsini toplamaya çalışmak ilk aklıma gelen hal olsa da kendime hatırlattım, acele de etsen, keyif alarak da yapsan bunu toplayacaksın. O zaman tadını çıkara çıkara, keyif alarak ve anda kalarak bunu yapmayı deneyebilirsin dedim kendi kendime. Benim performansımı değerlendiren bir mekanizma olmadığını, yaptığımın son derece yeterli olduğunu da hatırlaya hatırlaya toplayıverdim düşen cevizleri. Sonra da çocukluktan kalan bir alışkanlıkla kırıverdim oracıkta, taze cevizleri kırınca dışındaki o yeşil etli kısım nasıl bir iz bırakır parmaklarda hatırlamama rağmen :) ellerim lekeleniversin. Bu anın, deneyimin keyfini tekrar hatırlamak bile içimi ısıtıyor. İçimdeki obur kız, yaşam oburu, her şeyin tadına bakıp hepsini yemek isteyen küçük kız booolca doydu bugün.
Neticede hayat bu anlardan ibaret. Bir akrabanın bu sessizliğe, sadece doğanın sesine açılan balkonu muazzam hisler uyandırıyor. Burada ne güzel öğlen uykuları uyunur, ne güzel yazılar yazılır ve kafa dinlenir diyorum. Bahçeli bir ev hayalime doğru yola çıkmaya devam ediyorum :)
1 Eylül 2024 Pazar
çocuk yogası
31 Ağustos 2024 Cumartesi
bir bisiklet yolculuğu
12 Ağustos 2024 Pazartesi
vayu
mesela sessizlik beklentisinde dalga sesleri ve rüzgarın söğüt ağaçlarını dans ettirdiği haller sadece keyif veriyor.
önüm arkam sağım solum sobe
11 Ağustos 2024 Pazar
karavanlı bir yaşama geçiş
Merhaba! 5-6 yıl Alanya'da yaşadıktan sonra Ankara'ya taşınıp evlendim. Bu bloga 2010lu yıllardan beri bir şeyler yazıp eklerim. bazı yazıları yazıp arşivde bırakır, bazı yazıları depresif hallerde yazarım. Hiç yazma motivasyonumun olmadığı zamanlar da geldi geçti. Çeşitli aralardan, içsel sancılı dönemlerden bolca da terapi seansından sonra, asıl özümde sevdiğim bazı şeyleri yeniden anlatmak için buraya geldim. Ben Gevher. yazmayı, bazen anlatmayı, yüzmeyi, bisiklete binmeyi, yeni yerler görmeyi ve insan hikayeleri dinlemeyi çok severim. Ufka bakmayı çok sevdiğimi de artık Ankara gibi bir büyük şehirde yaşamaya başladıktan, 30'lu yaşlarımda terapistlik yapmaya başladıktan ve travma konusunda daha çok bilgi sahibi olup, stresimi yönetmekte zorlanmaya başladıktan sonra anladım. Yetişkin olup, tüm sorumluluğunu kendin aldığın bir yaşam Türkiye koşullarında da tüm dünyada olduğu gibi gerçekten çok eforlu. Nispeten küçük şehirlerde ve denize, doğaya yakın yerlerde yoga ve öğretmenlik yaparak yaşadığım hayatımdan şehir hayatında çok hızlı olmasa da yaptığım geçiş bütün hayatımın seyrini değiştirdi. İhtiyaçlarımız ben çalışma hayatına girdikçe, kurumsal işlere dahil oldukça iyice güncellendi.
minik evimiz, tosbağamızla yollara düşüyoruz ikidir. bu sefer 2000+km yol yapmak için ankaranın kuzeybatısı, çanakkaleye doğru çıktığımız -nispeten- uzun bir tatil yolculuğundan yazıyorum size. bu minik evin içinde düşünmek, üretmek, kahvaltılar hazırlamak ve daha önce hiç uyanmadığın yerlerde uyanmak çok keyif verici. seyyar evde internet erişimin olduğu ve online olabildiğin her yerde çalışmak da mümkün üstelik. online seanslarım oluyor, bu hafta tüm işlerime biraz mola versem de ara vermediğim online seanslarım da olacak. online çalışabilmek dünyanın birçok noktasıyla bağlantı kurma imkanı verdiği için inanılmaz bir özgürlük sağlıyor. pek çok şeyin de sürdürülebilirliğini sağlıyor. bir çift olarak yaşamımızın yepyeni bir dönemine geçtik. bu dönem 1+1 yaşadığımız eve alternatif bir ofis imkanı da sunuyor bize, şimdiden sağladığı alan; genişlik ve ferahlık getirdi ailemize.
14 Temmuz 2024 Pazar
özlemler
ömrüm için yeterince uzun sayılacak bir zamanda yoga dersleri verdim alanyada ve online olarak. ben ilk derslere başladığımda çok az süre bir hocanın derslerine katılıp, hemen eğitmenlik eğitimi alınca hep ders vermeye başladım. hiç bilmeyen birisi olarak öğrendiğim için de hiç bilmeyen bir topluluğa eeeen baştan, hep baştan, detayları hiç kaçırmamacasına yönergelerle anlattım tüm dersleri. bir şey yapayım en iyisini yapayım, ders vereceğim bütün yogayı anlatayım yoksa anlaşılmaz kaygılarıyla geçen onlarca hatta yüzlerce ders. pazartesi-çarşamba-cuma hep yoga günleriydi.
çalışkan kızımız gefi'nin hep dershane günleriydi bunlar, genç yetişkin yaşamında da kendine bir uğraş buluverdi aynı günlerde. tesadüf müdürü bilinmez.
yoga dediğimiz de burada hatha yoga. beden aracılığıyla duruşlar ve nefeslerle çalışılan bir sistemin aslında küçük bir kısmı. işte burada yoga duruşları devreye giriyor ve duruşları 'travmaya duyarlı' açıklamalar yaparak anlatmak, bir yandan da oryante olmayı mümkün kıldığı, zihni de ikna ettiği için benim hep tercih ettiğim bir yol oldu. hep de korkum vardı tabii.
hareket geçmişi de kısıtlı bir insan olduğumdan, bolca hareket etsem de bunları öğretirken kimseyi incitmemek istedim ve bu da çok temkinli yaklaşmama sebep oldu. aşırı bir uca kaydığım yerlerdi diye görüyorum şimdi.
25-30 yaşlarım aralığında bu eğitmenlik tecrübesini deneyimlerken, bu yaş aralığının yaşam-kariyer-iş-aile-ilişkiler dengesi ve dengesizliği içindeyken taa ortaokulda bir hocamdan duyduğum ve hiç unutmadığım, 'ne kadar istikrarlısın' cümlesini çok yaşatan da biri oldum ve 4 yıl kadar özel zamanlar hariç ne olursa olsun bu derslere devam ettik. o sıralarda zaten ben psikolog olmak istemiyorum, bu benlik bir iş değil diye çığırtkanlık yaparken, kendimi asla da yeterli görmediğim, bu mesleği de yapmaya layık görmediğim zamanlardan geçiyordum. genel olarak deneyimim hep istemeyen çocuk olduğum gerçeği üzerinden şekilleniyordu. içten içe her zaman acaba isteniyor muyum, acaba yeterli miyim, acaba değerli miyim soruları ile geçiyordu. her ders kendi içinde başlayıp biten, başlangıcı ve sonu olan en azından sürecin kendisi rahatlatıcı olan bu disiplini uygulamak ve uyguladığım kadarını anlatmak bana bir yandan da müthiş bir keyif veriyordu.
ne yapmak istediğini bilmeyen, ne yapmak istemediğini bilen bir genç kadın vardı o yıllarda. büyük sorumluluklar almak istemeyen, uzaklara gitmek isteyen ve her istediğinde gidebilecek bir özgürlük isteyen, kapalı alanları hep sevmeyen, mesaili işler istemeyen birisi...
düzenli bir programda dersler vermeye başlayınca kulaktan kulağa yayılan dersler başladı. sahilde başladı, herkesin ulaşabileceği, bunu uygulamak için sadece bir mata, hatta ona bile ihtiyaç olmadığını anlatmaya çalışan biri oluverdim. hareket et, nefes al, dinlen. bir anlığına da olsa böyle anların mümkün olduğunu hatırlatıverdik kendimize bu çalışmalarla.
topluluk seven ben, pek tanıdığı da olmayan ben olduğumdan, yoga ve kahvaltı etkinlikleri yapmaya başladık bir süre sonra. derslere gelen insanlarla herkesin evden bir şeyler getirdiği bol bereketli sofralar kuruverdik. etkinlikler geldi, kamplar geldi. bu mesaisiz düzende rahatça serçenin uyanıp güne başladığında ekmeğini bulduğu gibi yaşayabilir oldum. geçim kaygısı çok yükseklerde olmasa da var oldu tabi hep. güvencenin olmadığı bir düzen aynı zamanda bu. özgürlük ve bağlılık arasında gidip gelen bir hal yani. kendi işini kuran, kendi markasını kuran biri oluverdim. ama bir stüdyom yok, herkes var sansa da. televizyon kanallarından ücretli reklamlar için arayanlar mı dersin, bize sponsor olur musun diyenler mi dersin büyük bir stüdyo sanıyorlardı beni.
süreçte dersler, etkinlikler derken onlarca keyifli an ve arkadaşlarım oldu. artık bu dönem sürmese de bağımızın sürdüğü güzel insanlar var. şimdi bu dönem kapanalı neredeyse 2 yıl kadar oldu, başlatıp büyüttüğüm bir sürecin bitmesinin yasını tutmaya pek de zaman ayıramadım. bazen özlüyorum o kaygılı olsa da deniz kenarında yaşamını sürdüren dersleri mümkün kılan kendimi. koşturduğum dersleri... artık geriye o sürece bakınca insan ilişkilerimi ve insanların sorgularını, sorularını daha iyi anlayabiliyorum. mesafesini koruyan ama yaşam enerjisiyle dolu o çocuksu hallerimi çok özlüyorum. deniz kenarını bir de.
19 Haziran 2024 Çarşamba
ruhun çağrısı
en son geçen ay kabuk değiştirmek üzerine bir şeyler karalamışım. acı macı diyip durmuşum, kocaman harflerle dirençten başka bir şey değil kendimle savaşım.
değişirken ve dönüşürken yaralar almamak, kabuklar bağlamamak kanamamak mümkün değil galiba.
sorular sorular onlarca soru dolanıyor zihnimde. ne olmalı diyorum? gefiyoga ne olmalı? ben napmalıyım?
rüyamda gördüm diye oraya mı gitmeliyim?
aşırılıkları nasıl azaltacağım?
huzursuz, havada, aidiyetsiz.
uyku öncesi bir mesele için düşünür, rehberlik isterken sorular üşüşmeye başlayınca, huzursuz hissetmeye başladım ve uykum kaçtı.
ruhun çağrısını dinledin de bir yerlere vardın, şimdi orada olmak hala ruhuna hitap ediyor mu? kalpten olunca bunları düşünmeyi bırakacak mısın?
çocuklar, insanlar, ağaçlar, kediler, çiçekler, gökyüzü başka mı görünür olacak sana? yapmaya devam ettiklerini yapmayı bırakacak mısın? yoksa aynı telaşla önünü görmekte zorlanacak mısın?
telaşenden bilgi vermeye devam mı edeceksin?
kaygını, korkularını, anlık duygu geçişlerini, kendini kaybedip hıçkıra hıçkıra ağlayışlarını ne yapacaksın?
kullanamadığın o potansiyel ile, ulaşamadığın yerlerden iç çekip uzaklaşacak mısın?
karavan geldi gelmedi derken hiç de rahat ve güvende hissetmiyorum
aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor.
13 Mayıs 2024 Pazartesi
yeni biri
kabuk değişimi esnasında da sancı çeker mi acaba canlılar bizim gibi? acı ve ızdırap dünyasında değişmenin de değişmemenin de acı dolu olduğunu düşünüyorum. bugün de geriye kalan hayatımızın ilk günleri. yeni bir hareket anlayışı geliştiriyoruz! aşırı akıldan ve net konuşmaya çalışan taraflarımı daha da sanata davet ediyorum.
sanatın içinde akışkanlığı bulmak isterim. kendi bedenimin derinliklerinde bir keşfe çıkmak, zihnimin ve bedenimin kapasitesini deneyimlemek istiyorum. harekete geçince yaratıcılık kanallarım açıldığından, o zamanlar yazdığım yazılar bile daha akışkan oluveriyor.
bu hıdırellezde yaratıcılığımın beni ve başkalarını iyileştirmesini diliyorum. içimdeki sanatçıyı beslemek için iznim var ve gerekeni yapmak isterim. yaratıcılığımı geliştirebilirim ve yaratıcılığımı dinledikçe yaratıma yaratıcıma ulaşırım.
20 Ocak 2024 Cumartesi
Değer ve değersizlik üzerine.
Değer ve değersizlik üzerine.
Bu hafta 31. yaşımı kutladık. Doğum günleri üzerinden kendi değerimi hissetmeye çalışmadığım ilk doğum günüm oldu diyebilirim. Varoluşumun gereksiz olduğu, olmasam daha iyi olur diye düşüne düşüne geçen onlarca yıl oldu.
Kendi yaşam öykümü anlatırken 10lu yaşlarda duyduğum bir konuşma çok belirleyici olmuş idi. Serada çalışan anneme yardim ederken, o bana hamile olduğunu öğrendiğinde beklenmedik bu hamilelik için, aldirmayalim dedik. Belki oğlan olur' cümlelerini kuruyordu bir yabancıyla, benim duyduğumu bile bilmeden. O zaman çok belirgin bir mesaj işlemişti içime. Ben zaten istenmeyen bir çocuğum. Bu mesajı pekiştiren seni zaten çingenelerden aldık ya da çingenelere vereceğiz diye dalga geçen ablalarımın eklediği, güçlendirdiği mesajları saymıyorum bile. Doğal olarak geniş bir aileye yakın oturan 5kisilik çekirdek ailemizden çatışmalar, özellikle de hiç yönetilemeyen kardeş çatışmaları da bu inancımı hep pekiştirdi. Onlar çatışmalar yaşadıkça ben olmasaydım böyle olmazdı, ancak ben gidersem bunlar düzelir diye bir inanç da belirdi. Yıllarca siktirolup gitmem lazım bu evden, çok uzaklara gitmem lazım diye diye yaşadım günlerimi. Hep çok uzaklara gitmem lazımmış gibi hissettim. Gidersem sanki her şey düzelecek gibiydi. Gitmek için, kaçmak için hep yollar aradım. Yurtdışına gitmek için lisans hayatım boyunca çabaladım durdum. Gittim de , 4ay Amerika, 6 ay Almanya, 2ay Budapeşte, ara ara 1 haftalık 10gunluk çeşitli projeler. her ne fırsat bulsam yollara düştüm, yollarda olmadığında da gitmek vardı hep dilimde.
Ne problemler çözüldü, ne ben gidersem her şey düzelir fikri geçti içimden. Hatta varlığımın yarattığı çatışmaların aile içinde iletişim için işlevli bir parçası olduğunu anladım. Varlık ve varoluş kavramlarının beni getirdiği noktada, doğumun gerçekleşmiş olmasının kendi başına değerli olmak için yeterli olduğunu anlıyorum. anladığımı kelimelerle anlatmanın bu kadar zor olduğunu hatırlamıyorum.
söz ötesi bir yerde, sadece gerçeklik var. BEN VARIM. Var olmaya hakkım var.