gün ortası gelen hisler. yoğun hisler, kendini sanki hiçbir şey bilmiyor, hiçbir işe yaramıyor, hatta hiçbir yere ait hissetmiyormuşcasına yoğun ve yoran hisler. bir yandan da öz şefkat okuyup hazırlığını yaptığım video ve ses kayıt serileri için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. sadece düzensiz ve organize olamayan taraflarım sanki hareket halinde. bi yandan da sadece durmak ve bazen dışarı çıkıp bir şeyler yapmak, sevdiğin insanları görüp birkaç yeni şey deneyimlemek de heyecan katıyor.
aslında şunu yazmak için de geldim, hazır aklımdayken;
ben yoga eğitmenlik eğitimine başlamadan önce henüz 1 aydır bir salonda derslere gitmiştim öyle mucizevi ooo waooow falan da olmamıştım :D. 1 ay sonrasında şans kader artık her ne derseniz eğitime başladım yani aslında her şeyi boş bir zihinle dinleme şansım oldu.. ilk 3 ay sonrasında waooow oldum kendi hislerimdeki değişimlerle. çocukluğumdan beri dünyayı gezmeyi hayal ederim, psikoloji de hep bana dil bariyerleri olan bir meslek gibi gelirdi. tabi 6 sene önce İngilizcem de bu kadar iyi değildi. Yoga eğitmenlik eğitiminin ilk gününde (dil konusunda hala çok iyi değilken) sanki bu mesleğin ben nereye gidersem orada bunu iş olarak yapabileceğim için burada olduğuma inanıyorum demiştim. öyle hatırlıyorum tabi 5.5 sene geçti üstünden. sonrasında Alanya'da o zamanlar dünyayı gezmeye devam etmek için, psikolog olmaya da hazır hissetmiyordum, tam zamanlı garsonluk yapıp para biriktiriyordum. Zaman problemleri ve yüzyüze derslere gidecek hocalar olmadığı youtubeda yoga videoları patlamadığı için Yoga with Adrienne ile pratik ede ede ingilizce yoga yapmayı öğrenmeye başladım ve hala çok sevdiğim Finlandiyalı dostlarım derslere ilk zamanlardan beri gelip, kendi misafirlerini getirmeye başladığında artık dersler hep iki dilli olmaya başladı. bazen derslerde 5-6 milletten insanlar olduğunu hatırlıyorum. ben yoganın tüm dünyayı oturduğum yerden de gezmeme, yüzlerce insanla tanışmama (her insanın ayrı bir dünya olduğunu da sayarsak) aracılık ettiği için kendimi hep çok şanslı görüyorum.
30 Temmuz 2022 Cumartesi
29 Temmuz 2022 Cuma
3.gün insan
İnsan doğar, büyür ve ölür yerine ;
İnsan doğar , gelişir , kendini ve çevresini değiştirmek, daha mutlu bir birey olmak ve bu amaçla doğal ve toplumsal çevresini değiştirmek için bir ömür boyu uğraşır, özgür iradesiyle çoğalır veya çoğalmaz, yaşlanıp yaptıklarının huzurunu yaşar , zamanı geldiğinde de ölür veya kendi hayatını sona erdirmeyi seçer, " olmalı diyor Emre Kapkın 'yaşasın boşanma' kitabında. insanın yaptıklarının huzurunu yaşaması, iradesiyle çoğalıp çoğalmamayı seçmesi fikri bile beni çok etkiliyor. sanki bir yerlerden bildiğim ancak okuyunca evet işte bu dediğim satırlar.
insan olmaya dair...
ne çok düşünce üretiliyor. öylesine yaşayıp gidemeyen zihinlerin ürünü bu yaşamlar. fikirler demişken bir yandan üretmek zorunluluğu, zamanı verimli değerlendirememe suçluluğu yükleniyor insana. üretemediğimi ve tıkanıp kaldığımı hissediyorum, sanki hiç yanılmazcasına. ne oldu da böyle patlak verdi olan bitenler?
rüyalarıma giren bir iş var. iş demeyelim de proje diyelim, onun için okumalar ve zihinsel bir taslak hazırlıyorum. yazıya ve sese dönüp sunmaya başlamak istiyorum. isteklerimizle eylemlerimiz örtüşmediğinde sadece bir kaos ortaya çıkıyor. kendi kaotik zihnimde sadece eylemsizlik var.
bir de deniz, masmavi dağlar, bu güzel havalar. bir heyecan bir merak. hava durumunun bize etkileri ve ilkelliğinden daha çok bahsetmek isterim. acaba kendimi finlandiyanın 9 ay kış ve kısa gündüzlerinin içine atsam depresyon yerine başka verimli bir şey çıkar mıydı? dikkat ve konsantrasyonumun en yüksek performansla çalıştığı bir noktayı bulsak daha çok sesimi duyurabilir miydim?
sevgiyi bulmaktan, kalbinin açılmasından bahsediyor spiritüel rehberler. sevginin tanımını yapabilir misiniz? zihinden çıkıp bedene, bedenden çıkıp kalbe yerleşebilir misiniz? kalbin açıklığı daha da açığa kavuşturabilir mi tüm insanlığın şifasını? bunu anlaşılmaz gizli yazıtlara yazmak yerine herkese biraz şefkat paylaşabilir miyiz?teşekkürler. zaman kavramının hızı, gün ortasında, sabah ve gece yarısında bambaşkalaşıyormuş. aynı alarmı kursam da hissedilen sıcaklık bambaşkaymış. zaman yerine sıcaklık yazıvermişim:) çünkü hava 42derece.
İnsan doğar , gelişir , kendini ve çevresini değiştirmek, daha mutlu bir birey olmak ve bu amaçla doğal ve toplumsal çevresini değiştirmek için bir ömür boyu uğraşır, özgür iradesiyle çoğalır veya çoğalmaz, yaşlanıp yaptıklarının huzurunu yaşar , zamanı geldiğinde de ölür veya kendi hayatını sona erdirmeyi seçer, " olmalı diyor Emre Kapkın 'yaşasın boşanma' kitabında. insanın yaptıklarının huzurunu yaşaması, iradesiyle çoğalıp çoğalmamayı seçmesi fikri bile beni çok etkiliyor. sanki bir yerlerden bildiğim ancak okuyunca evet işte bu dediğim satırlar.
insan olmaya dair...
ne çok düşünce üretiliyor. öylesine yaşayıp gidemeyen zihinlerin ürünü bu yaşamlar. fikirler demişken bir yandan üretmek zorunluluğu, zamanı verimli değerlendirememe suçluluğu yükleniyor insana. üretemediğimi ve tıkanıp kaldığımı hissediyorum, sanki hiç yanılmazcasına. ne oldu da böyle patlak verdi olan bitenler?
rüyalarıma giren bir iş var. iş demeyelim de proje diyelim, onun için okumalar ve zihinsel bir taslak hazırlıyorum. yazıya ve sese dönüp sunmaya başlamak istiyorum. isteklerimizle eylemlerimiz örtüşmediğinde sadece bir kaos ortaya çıkıyor. kendi kaotik zihnimde sadece eylemsizlik var.
bir de deniz, masmavi dağlar, bu güzel havalar. bir heyecan bir merak. hava durumunun bize etkileri ve ilkelliğinden daha çok bahsetmek isterim. acaba kendimi finlandiyanın 9 ay kış ve kısa gündüzlerinin içine atsam depresyon yerine başka verimli bir şey çıkar mıydı? dikkat ve konsantrasyonumun en yüksek performansla çalıştığı bir noktayı bulsak daha çok sesimi duyurabilir miydim?
sevgiyi bulmaktan, kalbinin açılmasından bahsediyor spiritüel rehberler. sevginin tanımını yapabilir misiniz? zihinden çıkıp bedene, bedenden çıkıp kalbe yerleşebilir misiniz? kalbin açıklığı daha da açığa kavuşturabilir mi tüm insanlığın şifasını? bunu anlaşılmaz gizli yazıtlara yazmak yerine herkese biraz şefkat paylaşabilir miyiz?teşekkürler. zaman kavramının hızı, gün ortasında, sabah ve gece yarısında bambaşkalaşıyormuş. aynı alarmı kursam da hissedilen sıcaklık bambaşkaymış. zaman yerine sıcaklık yazıvermişim:) çünkü hava 42derece.
28 Temmuz 2022 Perşembe
2. 15 dakika
yaz mevsiminin günlerinin hızı bambaşka. yaşayan, coşkusu mavinin ve yeşilin her tonunda ayrı ayrı okunan bir yerde hem de. bugün ülkesini bırakıp yeni bir şehre yerleşmiş 4 ayrı kadınla tanıştım. yersizlik ve köksüzlük üzerine uzun uzun düşünüyorum aslında. bir yandan insan olarak hissettiğim müthiş bir empati ve anlayış varken bir yandan da bu coşkuyu hisseden o şehirde hem yerli olup hem de bu kadar yabancı hissetmeyi sadece dünyanın kaçınılmaz politik meseleleri olarak görebiliyorum. 2007den beri gittiğim alışveriş merkezi personelinin turistlerle verdiği mücadeleyi görürken yaşadığım şok, dünyanın bir ucunda yaşanan savaşların bizim topraklarımızı bu kadar doğrudan etkilemesi, 6 yıldır yaşadığım şehrin yine aynı sebeplerden dolup taşması ve ekonominin bu kadar etkilenmesi ve benim tercihlerimi etkilemesini dışarıdan izliyorum.
haklı göç sebepleri ve arayışlarını anlarken benzer hislerle harekete geçemeyip yaşadığımız o sıkışmışlık hislerini de gözlemleyebiliyorum yalnızca.
kelebek etkisi deniyor sanırım buna. bir uçta yaşanan ufak bir hareket başka bir noktada bir kasırgaya sebep olabiliyor.
sen merkezde olursan hiçbir kasırga seni etkilemez diye düşünürlen ağaçların sökülüp o hortumların içinde uçtupu anlar canlanıyor gözümde. ve uçan inekler.
içine dön, merkezinde kal diyen seslerle hiç yok, egonu yok et, sevgiyi bul tanrıyı ara diyen sesler kafamda bir senfon oluşturuvermiş.
eski korkularımın yeni formlara büründüğü bir noktada, kendi hayat misyonumu arıyorum. anlatıp duruyorum. hızla akan bir dünyada bazen tüm dünya duruverse nolur merak ediyorum. büyük şehirlerin trafiği ve uğultusu beni hep çok şaşırtıyor. hareket var, bereket var. kendimize verdiğimiz sözleri tutmak harika. sırf bunun için bir ekranın karşısında olmak ve yazmaya devam etmek için zihnin katmanlarını izlemeye ve şaşırmaya da devam.
çevresel koşulların insanın ruh halleri üzerindeki etkileri ve bizim ilkelliğimiz vay canına dedirtiyor. zaman hızlıca geçiverdi. teşekkürler büyük şehrin zamanları.
haklı göç sebepleri ve arayışlarını anlarken benzer hislerle harekete geçemeyip yaşadığımız o sıkışmışlık hislerini de gözlemleyebiliyorum yalnızca.
kelebek etkisi deniyor sanırım buna. bir uçta yaşanan ufak bir hareket başka bir noktada bir kasırgaya sebep olabiliyor.
sen merkezde olursan hiçbir kasırga seni etkilemez diye düşünürlen ağaçların sökülüp o hortumların içinde uçtupu anlar canlanıyor gözümde. ve uçan inekler.
içine dön, merkezinde kal diyen seslerle hiç yok, egonu yok et, sevgiyi bul tanrıyı ara diyen sesler kafamda bir senfon oluşturuvermiş.
eski korkularımın yeni formlara büründüğü bir noktada, kendi hayat misyonumu arıyorum. anlatıp duruyorum. hızla akan bir dünyada bazen tüm dünya duruverse nolur merak ediyorum. büyük şehirlerin trafiği ve uğultusu beni hep çok şaşırtıyor. hareket var, bereket var. kendimize verdiğimiz sözleri tutmak harika. sırf bunun için bir ekranın karşısında olmak ve yazmaya devam etmek için zihnin katmanlarını izlemeye ve şaşırmaya da devam.
çevresel koşulların insanın ruh halleri üzerindeki etkileri ve bizim ilkelliğimiz vay canına dedirtiyor. zaman hızlıca geçiverdi. teşekkürler büyük şehrin zamanları.
27 Temmuz 2022 Çarşamba
15 dakika
bir sihri olduğuna inandığımdan, bugünden itibaren her gün 15 dakika bir şeyler karalamaya niyet ettim.
defterlerle aram çok iyi belki, yazdığımı atmamak için çabalar gösterip, defteri korumaya çalışmaktan yazamadığımı da anlayınca, bu düşünce akışı yazılarıyla aramızdaki engelleri çekmek istedim bugün.
Dünyanın bir ucu olurdu belki bir kitap ya da kitap bölümü adı olsa. Dünyanın bir ucunda doğduğum şehirdeyim bugün, aslında çoğunlukla bu şehirde olsam da zaman olarak, diğer yerlerde büyüyüp kendime kattıklarımın yuğunluğunu yok sayamam. insan olmanın basitliği, basitliğin zorluğu ve hayatın kendi kaosunda bir yaz günü geçiriyorum kendi başıma. yalnız olmadığımı hissettiğim, şu an bir büyük duraklasam da bir umut kırıntısı ve heyecan olduğunu da inkar etmediğim bir zamandayım.
okuyorum ve yürüyorum, insan içine karışıyorum. sanki yıllar önce ben bunu hayal etmişim. iletişimi, renkli olmayı, dünyada dolanmayı, mutlu olmayı. değişim konusunda da açık olmayı.
bu aralar öz şefkat üzerine bir şeyler okuyorum. sanki içimizdeki sesleri 3 ayrı sandalyeye oturtsak aslında hepsinin bize söyleyeceği farklı şeyler olurmuş da en baskın sesi çıkanın dediklerini yapıyormuşuz gibi.
hayatın içindeki bağlantılar beni büyülüyor hala.
1 paragraflık bir yazıda büyü ve sihir kelimeleri kullandığım için gerçekten bir mucize oluverecek de heyecanla yolculuğumuz geliverecekmiş gibi hissediyorum. bir anda köşeyi dönüverip girdiğimiz bir bahçeli barda hiç unutulmaz sohbetler edebiliyoruz. dünyada kötülük olarak adlanrılacak binlerce şey olurken bir anda bir çocuğun kahkahasını duyup başka hiçbir şey var olmamış gibi gülümseyebiliyoruz. hayatın anlamını bulmaya çalışan atom tanecikleri gibi insanlık.
merakla kendimizi keşfetmeye çalışıyoruz bir yandan, insanlığın çeşitli teorilerle yaradanı algılamaya çalıştığı bir dönemde yine mistisizme doğru bir okyanus ötesi yolculuk yapacağım.
kendiliğinden planlanmış sanki bu yolculuklar, bizim biraz ikna olup belgeleri teslim etmemiz gerekiyor. gereken her şey, bizim zekamızda mevcut gibi bir yandan. duraksamaktan ve nefes verip devam etmekten hoşlandım. bugünlük bu kadar.
defterlerle aram çok iyi belki, yazdığımı atmamak için çabalar gösterip, defteri korumaya çalışmaktan yazamadığımı da anlayınca, bu düşünce akışı yazılarıyla aramızdaki engelleri çekmek istedim bugün.
Dünyanın bir ucu olurdu belki bir kitap ya da kitap bölümü adı olsa. Dünyanın bir ucunda doğduğum şehirdeyim bugün, aslında çoğunlukla bu şehirde olsam da zaman olarak, diğer yerlerde büyüyüp kendime kattıklarımın yuğunluğunu yok sayamam. insan olmanın basitliği, basitliğin zorluğu ve hayatın kendi kaosunda bir yaz günü geçiriyorum kendi başıma. yalnız olmadığımı hissettiğim, şu an bir büyük duraklasam da bir umut kırıntısı ve heyecan olduğunu da inkar etmediğim bir zamandayım.
okuyorum ve yürüyorum, insan içine karışıyorum. sanki yıllar önce ben bunu hayal etmişim. iletişimi, renkli olmayı, dünyada dolanmayı, mutlu olmayı. değişim konusunda da açık olmayı.
bu aralar öz şefkat üzerine bir şeyler okuyorum. sanki içimizdeki sesleri 3 ayrı sandalyeye oturtsak aslında hepsinin bize söyleyeceği farklı şeyler olurmuş da en baskın sesi çıkanın dediklerini yapıyormuşuz gibi.
hayatın içindeki bağlantılar beni büyülüyor hala.
1 paragraflık bir yazıda büyü ve sihir kelimeleri kullandığım için gerçekten bir mucize oluverecek de heyecanla yolculuğumuz geliverecekmiş gibi hissediyorum. bir anda köşeyi dönüverip girdiğimiz bir bahçeli barda hiç unutulmaz sohbetler edebiliyoruz. dünyada kötülük olarak adlanrılacak binlerce şey olurken bir anda bir çocuğun kahkahasını duyup başka hiçbir şey var olmamış gibi gülümseyebiliyoruz. hayatın anlamını bulmaya çalışan atom tanecikleri gibi insanlık.
merakla kendimizi keşfetmeye çalışıyoruz bir yandan, insanlığın çeşitli teorilerle yaradanı algılamaya çalıştığı bir dönemde yine mistisizme doğru bir okyanus ötesi yolculuk yapacağım.
kendiliğinden planlanmış sanki bu yolculuklar, bizim biraz ikna olup belgeleri teslim etmemiz gerekiyor. gereken her şey, bizim zekamızda mevcut gibi bir yandan. duraksamaktan ve nefes verip devam etmekten hoşlandım. bugünlük bu kadar.
17 Temmuz 2022 Pazar
selam!
hayata çok yabancılaştığımı hissettiğim nisan-mayıs-haziran aylarının ardından daha az yabancılaşmak için her şeyi bıraktım, neredeyse. buradaki son yazımı da şimdi okudum, 18 temmuz oldu geceyarısı şimdi.
buraya yazmadığım ama her gün günde 15dk sabah sayfaları yazdığım bir dönem oldu mayıs ayında. zaten bende iplerin koptuğu zamanlardan biri sanki mayıs ayıydı. artık gezegenler nasıl açılar yaptı hiç bilmiyoruz, silkeledi geçti sanki bütün hayatı. böyle olduğuna bakma, sanki dışarıdan hiçbir şey olmamış gibi görünüyor. ben aynı ben, sadece yer değiştirdim.
şimdi köksüz ve savruluyor gibi hissediyorum yine kendimi. bu sefer niyeyse daha kendinden emin, kök saldığım yerler olduğu içindir belki de.
bir şarkı çalıyor kafamın içinde günlerdir, dilimde mırıltısı Bir yol var ama her yerde tuzak Bir yol daha var, dönmek de yasak Deryaya yakın, dünyadan uzak Deryaya yakın, dünyadan uzak Gel vazgeçelim hiç zorlamadan Sen aklı selim, ben yorgun adam Bir yer bulalım, dünyadan uzak Bir yer bulalım, dünyadan uzak Yine gözümüz yükseklerde Hayat geçiyor perde perde Doydum artık bana müsaade Bir yer bulalım, dünyadan uzak :)) Pinhani.
kendime bir yer bulmaya çalışırken şu ara sımsıcak yaz günlerinin avare tadını çıkarıyorum. bazen de suçluluk hisleri geliyor ve çok da çıkaramıyorum hiçbir şeyin tadını :) sanki bu avarelik hakkımdır. bu geçen ayları öyle özetleyemiyorum ki kopuk kopuk olduğu için. sonunda bir nefes an bulup bağzı güzel deneyimlerin bıraktığı hislerin de olduğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim.
buraya yazmadığım ama her gün günde 15dk sabah sayfaları yazdığım bir dönem oldu mayıs ayında. zaten bende iplerin koptuğu zamanlardan biri sanki mayıs ayıydı. artık gezegenler nasıl açılar yaptı hiç bilmiyoruz, silkeledi geçti sanki bütün hayatı. böyle olduğuna bakma, sanki dışarıdan hiçbir şey olmamış gibi görünüyor. ben aynı ben, sadece yer değiştirdim.
şimdi köksüz ve savruluyor gibi hissediyorum yine kendimi. bu sefer niyeyse daha kendinden emin, kök saldığım yerler olduğu içindir belki de.
bir şarkı çalıyor kafamın içinde günlerdir, dilimde mırıltısı Bir yol var ama her yerde tuzak Bir yol daha var, dönmek de yasak Deryaya yakın, dünyadan uzak Deryaya yakın, dünyadan uzak Gel vazgeçelim hiç zorlamadan Sen aklı selim, ben yorgun adam Bir yer bulalım, dünyadan uzak Bir yer bulalım, dünyadan uzak Yine gözümüz yükseklerde Hayat geçiyor perde perde Doydum artık bana müsaade Bir yer bulalım, dünyadan uzak :)) Pinhani.
kendime bir yer bulmaya çalışırken şu ara sımsıcak yaz günlerinin avare tadını çıkarıyorum. bazen de suçluluk hisleri geliyor ve çok da çıkaramıyorum hiçbir şeyin tadını :) sanki bu avarelik hakkımdır. bu geçen ayları öyle özetleyemiyorum ki kopuk kopuk olduğu için. sonunda bir nefes an bulup bağzı güzel deneyimlerin bıraktığı hislerin de olduğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim.
20 Nisan 2022 Çarşamba
akış
böyle yazı yazmak benim için tam bir ihtiyaç, su gibi sayılmasa da tatil ve hamama gitme ihtiyacım gibi :) ve zorlandığım dönemlerde hep bir bağlantı oluşuyor bu beyaz ekranla aramıza. sonra hep benzer bir şey oluyor. kafamda yazmayı düşündüğüm şeylerden bambaşka kelimeler dökülüyor.
kendi yazdıklarımı dönüp dokumaktan çok keyif alıyorum, bazı bazı zorlandığım, canımın acıdığı am hafifleterek yazdığım anları yeniden hatırlıyorum. mart başında havaların ısınmasını yazmışım mesela, sonrasında mart öyle bir soğuk geçti ki tüm güneyliler şaşkın, sahildeki evimin bahçesinde kar gördüm. dillerde hep 'vallahi böyle soğuğu 25 yıldır görmedik' 'burada monta hiç ihtiyaç bile duymuyordum' sözleri gezdi, şimdi yeniden serin havalar. bir serin 2 sıcak 3 nemli 1 puslu çamurlu derken duygudurumumuzu havaya bağlamaktan hepimiz dengesiz olduk iyice.
ben liseden sonra Tezer Özlü okuduğum zamanları hatırlıyorum, yaşamın ucuna yolculuk. alman trenlerinde geçen zamanlar. bir de aklımda en çok kalan nilgün marmara ve sylvia path intiharları. tam da 29unda. tam da olduğum yaşta. hayal meyal hatırlıyorum onları da, yine de ne büyük zenginlikmiş o kitaplara genç yaşlarda temas edebilmek. intihara meyilli değilim, baştan söyleyeyim. en azından erken yetişkinlik dönemimde :) geç ergenlik kısmı daha şaibeliydi.
yolculuklardan dağılan odağım beni buralara getirdi. nereden çıktı bu yazarlar? o sanki kitabı okurken beraber o yollarda kendi dramını yazdığın bir yerlerden geldik buraya. burada sanki bu yaşlarında terapiye giden ben, katman katman soyuluyor ve bir katmanında öyle kendine acıyan, öyle de acı çeken bir taraftan ama bir yandan da her yerinde insanlarla temas ettiğim bir zamandan geçiyorum. ve zorlanıyorum. bir yandan lineer olmadığı iddia edilen zamanlar geçerken, sanki 2 yıl öncesinde bir hastane ortamında (hastalık sebebiyle olmasa da) geçirilen saatlerin bu bünyeye ne kadar fazla geldiğini ve anca ağlayarak bu yükü atabildiğimi hatırlarken yeniden bu süreçte bir yapılanmaya çalışıyorum. fazla fazla geliyor her şeyler :)
oysa kendimi hayal ettiğim yer vücudumda ağırlık yaptığını hissettiğim fazla yağlardan arınmış, bir kokteyl eşliğinde sahilde dans edişim, çöllerden safari yaparak geçişim.
what before how. nasıl olacak sorusu geçerken içimden, soruyu tamamlamadan önce öğrendiğim bir soru kalıbı var, what before how. nasıl olduğundan önce ne olsun istiyorsun. istediğini yakalarsan zaten o nasıl olduğunu bilmeden olacak belki.
kendi yazdıklarımı dönüp dokumaktan çok keyif alıyorum, bazı bazı zorlandığım, canımın acıdığı am hafifleterek yazdığım anları yeniden hatırlıyorum. mart başında havaların ısınmasını yazmışım mesela, sonrasında mart öyle bir soğuk geçti ki tüm güneyliler şaşkın, sahildeki evimin bahçesinde kar gördüm. dillerde hep 'vallahi böyle soğuğu 25 yıldır görmedik' 'burada monta hiç ihtiyaç bile duymuyordum' sözleri gezdi, şimdi yeniden serin havalar. bir serin 2 sıcak 3 nemli 1 puslu çamurlu derken duygudurumumuzu havaya bağlamaktan hepimiz dengesiz olduk iyice.
ben liseden sonra Tezer Özlü okuduğum zamanları hatırlıyorum, yaşamın ucuna yolculuk. alman trenlerinde geçen zamanlar. bir de aklımda en çok kalan nilgün marmara ve sylvia path intiharları. tam da 29unda. tam da olduğum yaşta. hayal meyal hatırlıyorum onları da, yine de ne büyük zenginlikmiş o kitaplara genç yaşlarda temas edebilmek. intihara meyilli değilim, baştan söyleyeyim. en azından erken yetişkinlik dönemimde :) geç ergenlik kısmı daha şaibeliydi.
yolculuklardan dağılan odağım beni buralara getirdi. nereden çıktı bu yazarlar? o sanki kitabı okurken beraber o yollarda kendi dramını yazdığın bir yerlerden geldik buraya. burada sanki bu yaşlarında terapiye giden ben, katman katman soyuluyor ve bir katmanında öyle kendine acıyan, öyle de acı çeken bir taraftan ama bir yandan da her yerinde insanlarla temas ettiğim bir zamandan geçiyorum. ve zorlanıyorum. bir yandan lineer olmadığı iddia edilen zamanlar geçerken, sanki 2 yıl öncesinde bir hastane ortamında (hastalık sebebiyle olmasa da) geçirilen saatlerin bu bünyeye ne kadar fazla geldiğini ve anca ağlayarak bu yükü atabildiğimi hatırlarken yeniden bu süreçte bir yapılanmaya çalışıyorum. fazla fazla geliyor her şeyler :)
oysa kendimi hayal ettiğim yer vücudumda ağırlık yaptığını hissettiğim fazla yağlardan arınmış, bir kokteyl eşliğinde sahilde dans edişim, çöllerden safari yaparak geçişim.
what before how. nasıl olacak sorusu geçerken içimden, soruyu tamamlamadan önce öğrendiğim bir soru kalıbı var, what before how. nasıl olduğundan önce ne olsun istiyorsun. istediğini yakalarsan zaten o nasıl olduğunu bilmeden olacak belki.
4 Nisan 2022 Pazartesi
kaybolmuş
yeni ve eskinin enerjisini paylaşıyorum burada.
haftasonu bir tırtılın çürümüş kozasından çıkma endişeni, kozadan kopamayışını, kelebeğe dönüşürken önce kanatlarını fark etmeden boşlukta çırpınışını ve kanatlarını fark edince de hemen sevinemeyişini, mutlu sonla da nerey gideceğini bilmeden uçabileceğini deneyimledik bir rüya aleminde.
metaforları severim.
gökyüzü ve bulutlar benim ev sevdiğim metaforların başında gelir. bir kağıdın içinde bir yağmur damlasını barındırması gibi ilişkisel gelir bana her şey.
sen hava durumu değil, gökyüzüsün. gökyüzü güneşte de fırtınada da kendiliğinden bir şey kaybetmez. Thich Nhat Hanh'ın bir bulut asla ölmez diye anlatıldığından biliyorum.
ama sanki ben çok dağıldım, aslında yayılmacı bir politika izledim. bazen kafam çok karışıyor, gökyüzü olduğumu hatırlayamayacak kadar dağınık oluyorum.
önceden kaybolmaktan korkar derdim kendime, sonra içimdeki sesi dinlemeyi, dışardaki sesleri ayırt etmeyi öğrenmeye başladım. o kadar da köşeli bir insana dönüşüyorum ki dönüştüm ya da öğrendim diyemiyorum.
bir sıkışmışlık, bir kaybolmuşluk, sanki bir her şeyi yanlış yapıyormuşum hissi bir yandan da boşvermiş, güvenmeye meyilli, biraz yüklerini bırakmaya hazır bir tavırla buluşuyor bu ara. artık kaybolmaktan korkmuyorum ama parçalarımı bir araya getirmekte zorlanıyorum.
yine de sanki bu yaşamı çok seviyorum, bütün o teması. sanki ormanın bütün ağaçlarını, dolaşan kelebeklerini, oluşmuş yeni uyanan mantarları, ekosistemi bütün yapan her zerreyi de sevip hissediyorum. evrenle bir bütünmüşsün ama sanki bir hiçmişsin gibi hissediyorum.
sık sık ağlamak geliyor içimden hıçkırıklarla, böğüre böğüre, haykıra haykıra, içli içli ne kadar tabir varsa öyle ağlıyorum. kalbimden taşan yasın sessizliğiyle de ağlıyorum. öyle büyük cümleler kurmaya gücüm yetmiyor. gücümü dağıtmış bir tarafım. kendime anca yetiyorum bazen. yetişkin olmaktan bahsettik uzun uzun terapide, yetişkin olmak kendi sorumluluğunu almak, seçiminin sorumluluğunu bulmak demek. söylemesi 2 kelime.
sonunu bağlayamamış bir yazı daha. çünkü kayboldu
metaforları severim.
gökyüzü ve bulutlar benim ev sevdiğim metaforların başında gelir. bir kağıdın içinde bir yağmur damlasını barındırması gibi ilişkisel gelir bana her şey.
sen hava durumu değil, gökyüzüsün. gökyüzü güneşte de fırtınada da kendiliğinden bir şey kaybetmez. Thich Nhat Hanh'ın bir bulut asla ölmez diye anlatıldığından biliyorum.
ama sanki ben çok dağıldım, aslında yayılmacı bir politika izledim. bazen kafam çok karışıyor, gökyüzü olduğumu hatırlayamayacak kadar dağınık oluyorum.
önceden kaybolmaktan korkar derdim kendime, sonra içimdeki sesi dinlemeyi, dışardaki sesleri ayırt etmeyi öğrenmeye başladım. o kadar da köşeli bir insana dönüşüyorum ki dönüştüm ya da öğrendim diyemiyorum.
bir sıkışmışlık, bir kaybolmuşluk, sanki bir her şeyi yanlış yapıyormuşum hissi bir yandan da boşvermiş, güvenmeye meyilli, biraz yüklerini bırakmaya hazır bir tavırla buluşuyor bu ara. artık kaybolmaktan korkmuyorum ama parçalarımı bir araya getirmekte zorlanıyorum.
yine de sanki bu yaşamı çok seviyorum, bütün o teması. sanki ormanın bütün ağaçlarını, dolaşan kelebeklerini, oluşmuş yeni uyanan mantarları, ekosistemi bütün yapan her zerreyi de sevip hissediyorum. evrenle bir bütünmüşsün ama sanki bir hiçmişsin gibi hissediyorum.
sık sık ağlamak geliyor içimden hıçkırıklarla, böğüre böğüre, haykıra haykıra, içli içli ne kadar tabir varsa öyle ağlıyorum. kalbimden taşan yasın sessizliğiyle de ağlıyorum. öyle büyük cümleler kurmaya gücüm yetmiyor. gücümü dağıtmış bir tarafım. kendime anca yetiyorum bazen. yetişkin olmaktan bahsettik uzun uzun terapide, yetişkin olmak kendi sorumluluğunu almak, seçiminin sorumluluğunu bulmak demek. söylemesi 2 kelime.
sonunu bağlayamamış bir yazı daha. çünkü kayboldu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)