29 Ekim 2017 Pazar

sonbahar-keşif

bütün sonbaharlarımı seyahatlerde geçirmek istiyorum diye geçti az önce içimden.. çünkü sonbaharın renkleri hatıraları renklendiriyor. arkada şöyle bir müzik çalıyor ve devam ediyor playlist.

şimdi evden 2500km uzakta, bir hostel odasında, soğuk bir günde kendi kendinle kalmanın vazgeçilmez huzuru, sevdiklerine manen daha yakın ve özlemle, aynı zamanda kendini gerçekleştirebilme şansına sahip olma hissinin tatminiyle oturuyorum, bir yandan da flohmarkt(bitpazarından) aldığım moka pot'la demlediğim kahveyi yudumlarken... belki biraz şımarık, kendinden emin, doğru zamanda doğru yerde olduğum inancıyla, ilerisi için çok güzel olacağını umduğum bir noktadayım. çünkü yanımdakiler, beni tekrar kıymetli hissettirenler.

bunların hepsi bir günde inşa edilmedi, kaç yıldır kendi uğraşlarımla, sevdiklerimin maddi manevi destekleriyle, lisede hayallerini 'want to' kalıbında 'I want to travel the world' cümlesini onlarca kez kurmuş çocuk olarak şimdi yavaş yavaş bunu gerçekleştiriyorum.

işte birkaç yıl önce sorsalar aklıma bile gelmeyecek şeylerden biri yaşanıyor şu an. aslında son 4 senedir sık sık seyahatlere çıkmaya çalıştım, farklı değişim projeleri arayıp bulup giderken, arkadaşlarla ya da bazen tek başıma haftasonu gezilerine gittim, en son uzun bir Avrupa gezisini (Almanya-İtalya-Fransa(birkaç saatliğine)-Portekiz-İspanya-Türkiye olarak 3 haftada tek başıma, gittiğim ülkelerde tanıdığım arkadaşlarımın yanlarında konaklayarak yarı-bağımsız olarak tamamladım.

aslında şimdi daha önce hiç olmadığı kadar, metropol bir şehri özgürce, sokak sokak tek başıma tanıyarak geziyorum. 6 haftada keşfedebileceğim kadar çok noktasını görmeye çalışarak, ancak hiç acele etmeden, tadını çıkararak, sindire sindire, yarına aldığım şehir operasının biletinin heyecanıyla dolaşıyorum tüm sokakları. dahil olduğum projede, bir anaokulunda çocuklarla iç içe, kültürün ve çocuk yetiştirmenin etkilerini gözlerken, sokaktaki insanların simalarını, duruşlarını izliyor, evsizlerini, delilerini, hayatın kendisini görüyorum bir şekilde. şimdiye kadar hiç olmadığı kadar tanıyorum bir şehri, internetten aldığım tiplerle ve rastgele geçtiğim sokaklarda karşılaştığım devasa sanat eserleriyle, nehrin kıyısında gün geceye dönerken artan trafikle ve toplu taşımanın gücüyle gördüğüm manzaralar büyülüyor beni.

gittiğim yerlerin ufak bir listesini yapıp zaman içinde güncelleyeceğim belki,
yine de şimdiye kadar en etkilendiğim yerlerden birisi ölümü bu denli onurlandırmalarına hayran olduğum
Kerepesi Cemetery idi.


Fisherman's Bastion


Gellert Hill corvinus üniversitesinin hemen yanındaki köprüden geçip tırmanabilir, heykelin devamından yürüyerek Felsefe bahçesine ulaşmak mümkün.

The Garden of Philosophy


Parliement building

Szentendre köyü


Heroes Square

Ecseri Bolhapiac (bit pazarı)

Devlet Opera Binası

Szimpla Kert (ruin pub)

DBC Hostel mimarisi

Central Market Hall

Corvinus Üniversitesi


Tabakgasse Sinagogu (Dohany Sokağı Sinagogu)

New York Kafe

City Park

Şehre en güzel adapte olmanın yollarından biri de vaci utca'da christmas marketin olduğu noktada Free walking tour'lara katılmak. 

1 Ekim 2017 Pazar

yaşam normal seyrinden sapmadan, belirli bir sakinlikte akıp gidiyorken bile birikiyor yazılacaklar, kelimelere döküp hep saklamak istediklerim artabiliyor yine de.
belki korktuğum sıradanlık değil de, o sıradanlıkta birikmeyeceğini sandığım güzel anlar idi. şimdi düzen içinde olan güzellikleri görürken, daha çok birikiyor kelimeler de. bu normal seyri sevdiren, güvenle bağ kurduran insanlar varmış meğer.

yoga'ya, eğitmenlik eğitimine, dersler vermeye başlayalı bir süre oluyor. meditasyon neymiş, öz-şefkat neymiş, hayatı ve düşünceleri nasıl etkilermiş, bizim (henüz) görmediğimiz bambaşka dünyalar nasıl yerlermiş, insanlar oralarda neler düşünür neler hissedermiş bunlara kafa yormaya başlayalı daha kısa bir süre olsa da hayatın anlamını, sizin şekillendirdiğiniz bir hayatınız olduğunu ve dünyayı daha açık algılarla anlaşılabilir şeyler olduğuna dair fikirler edindim kendimce.

özgüvenle ilgili çeşitli problemler yaşarken, kendi kabuklarını kırmayı, derdini en iyi bildiğin şekilde anlatabilmeyi de öğretiyormuş meğer süreç. çünkü hep dedikleri gibi, varmaya çalıştığın yer değil de oraya gidişin önemli, yolun ta kendisi yani.

bu yeni süreçte girdiğim yolda, önce deneyim kazanma-pişme-yanma sürecindeki bakış açımı değiştirdim bir hayli. kendimi ders verme sürecine dahil etmeden önce, ben pişip de bu işin içine girmeliyim tarzında bir düşünce iken, bunu yıkan bir kararla 'kervan yolda düzelir' diyerekten başladım derslere.
şimdi pişerek yanmanın, yavaş yavaş, sindire sindire bildiklerimizi paylaşmanın güzelliğinin farkına varıyorum.

işte bu öğrenme sürecinde benim öğrenmeye başladığım en içe dokunan şey öz-şefkat alıştırmaları ve meditasyon örnekleri oldu. şimdi ilham aldığım kaynaklar, ufak araştırmalar, izlemeler ve biraz da içsel sesimin yardımıyla başladığım derslerde (bildiğim kadarıyla) meditasyon ve yogayı insanlarla paylaşırken, nasıl keyif aldıklarını, hem duygu-durumlarında hem de fiziksel (duruş bozukluklarında) değişimi ve bir yandan da hiç olmaz sanılan değişimin canlı canlı örneklerini gördük beraber. her çalışmadan sonra geri bildirimlerle daha da derinleştirdik pratiklerimizi.

yoganın hem keşif, hem bedeni zorlamadan, sınırlarında kalarak oluşan gelişimi izlemek demek olduğunu yaşadık. en çok da anda kaldık, gülümsedik, biraz terledik ve kendimiz için bir şeyler yaptık.

doğru yolda olduğumu hissettiren, dersime gelen bir avuç yoginiye de sevgiler, selamlar olsun :) sizi çok seviyom.

24 Eylül 2017 Pazar

Eylül bitmeden...




Kiev'in ışıl ışıl sokaklarında, keyifle yeni mekanlar keşfedip en favori mekanları ve tatları bulup, tadı damağımda yurda döndüm.

Beklentisiz gidilen bir şehirde keşfedilen her özellik, yerellik, bir yeni meyve, bir yeni bakış bile orayı daha özel kılıyor benim için. Bir de endişesiz, sımsıkı tutulan eller ve güvenli dostluklar var. yol arkadaşlarıyla seyahati bile efsaneleştiren, kişisel tabuları yıktıran, herkesin birbirine öğretecek şeyleri olduğu masalarda, bol kahkahalı, düşündürten ama saygıdan asla ödün verilmeyen tartışmalarda bulduk çoğu zaman kendimizi.

Başladığı yazıyı bitiremeyenlerde bugün, bol bol Akdeniz rüzgarı, biraz jazz festivali havası, bolca da özlem var peynir-şampanya-havyar üçgenine :)

kiev'in yerel peynirlerini özledim yanlış anlaşılmasın :))

Bi de heyecanla çarpan yüreklere ve uçak inişlerinin beklenişlerine selam olsun!

5 Eylül 2017 Salı

bir süredir takip ettiğim gezi bloggerlarının işimden seyahate çıkmak için istifa ettim yazılarına bakıp bakıp ben de kurumsal hayatımdan istifa edip bir küçük seyahate çıkıyorum. aslında seyahat etmek için istifa etmedim. özgürlüğüm için etmiş olabilirim. bi de biraz hayat seyahatinin ta kendisine yeniden çıktım da, bunu bir yurt dışı gezisiyle de pekiştiriyorum. çünkü yol arkadaşım, o hayatın kendisine doğrudan bir yolculuk... bambaşka, içimizi ısıtan hislerle çıkıyoruz yola.
yol öncesi havalimanı sabahlamalarında yazdığım blog yazılarına da selam olsun diye, yola çıkmadan bu seyahat-istifa ilişkisinden bahsetmek istedim, bahsettim geçti çok şükür. şu an yeni yollara, en yeniye doğru, hiç bilmediğimiz, görmediğimiz kültürlere birlikte gidiyoruz. hem birbirimizi keşfetmeye hem aslolana gidiyoruz, diye hissediyorum. hisler aradaki temiz enerjiyle, canının yandığını bile hisseder halde olabiliyor bazen. öyle de bi özel, öyle de güzel hissettiriyor.

kafalar biraz karışık olsa da, yolların bize iyi geleceğini biliyoruz. en güzeli birlikte kaçıyoruz. kaçmanın korkaklık değil de daha çok cesaret gerektirdiği bir noktada, sevgiyle yollarımıza ışık tutuyoruz.

kutsal yollar :)

2 Eylül 2017 Cumartesi

Bir bayram tatili gezmesinden merhaba, Bir ege rüzgarı yazısında Muğla taraflarında bir gezi yapıp mest olmuşken, bu bayram da Akdeniz'in kıyılarında çimdik ve yepyeni izlenimler edindik.

I wrote a poem,
Mediterranean Sea. diye bir dize gördüm bugün. Aslında şiir gibi olan kıyılarda, estetik yoksunu işletme mantığıyla hizmet veren bir kesimle karşılaşmak aynı mest olma duygusunu uyandırmasa da, doğal oluşumların büyülü dünyası, eski uygarlıklar bu durumu değiştiriyor.

Yıllardır duyup gitme fırsatını yeni bulduğum Cennet-Cehennem mağaraları ve Aynalıgöl olarak da bilinen Gilindire mağarası gezinin en güzel yanıydı.

4 kadın, ortak bilinçler ve bolca kahkahalı sohbetle geçen yollar, nefis yemekler, deniz kenarında suyun akışına bırakılan hayatlar...

Belki güzellik belki sadelik, mutlulukla ilişkisi kesin, salatalık domates zeytin ekmekli kahvaltılar, ayın denizin yüzeyine yansıyan yakamozları...

Bazı noktalarda sınıfta kalan Akdeniz, bize yine kendimizi anlatmaya fırsat vericek şekilde kattı rüzgarını önümüze. Anamurda bir çadır kamp alanında bu geceyi sonlandırırken, teşekkürler doğa ana. Bizi bize sunduğun için.

29 Ağustos 2017 Salı

Daha önce Braşov'da tanıştığım Kanadalı 60+ bo amca vardı, emekli olduktan sonra dünyayı gezmeye adayan kendini. Yaşlılıkta da bir sırt çantalı hal var yani, konfor arayışı değişse de arayışın hiç bitmediği bi dünyada yaşayan insanlarla karşılaşmak çok değerli benim için.

Geçenlerde de yine Alanya'da benzer bir teyzeyle tanıştık. İngiliz menşeili, 60+. Son 30yılını çingene ruhuyla dünyanın çeşitli yerlerinde geçirmiş, tam bir Türkiye coğrafya tutkunu, keşifçi teyze. Seyahat etmenin dünyadaki en iyi eğitim yolu olduğunu söylüyordu konuşmanın bir noktasında, gelecekten kendime bir not gönderir gibi.

Böyle insanlarla tanışınca bu yaşlarımda benzer deneyimlere hazır olduğum, benzer kafa yapılarında olduğumuz gerçeğiyle gelecek farklı umutlarla şekilleniyor.

22 Ağustos 2017 Salı

bu 40 günlük kurumsal hayat tecrübemin ilkinin son günüdür. ufak bir değerlendirme ve haddim olduğu kadar bir gözlem ve eleştiri yazısıdır. zaten endişeli olduğum mesai sisteminin içinde hep ya daha sonra nolacak/bari o zaman rahat edelim diye geleceği düşünürken yaşadığı günlerde sıkıntı çekmeleri gerektiğini düşünen bir kitle varmış meğer. meğer iş yerinde yaşanan haksızlıklara göz yumarken, her yerde aynı şeyler oluyor diyerek kaldığı yerde devam eden insanlar varmış. senin bir haksızlık yaşadığını gördükleri halde bile bile bunu yaşaman gerektiğine inanan ve bundan vazgeçmemen için uğraşan, haksızlıklar içinde yüzmeni isteyen insanlar hep yanı başındaymış. meğer yanlışlar her yerde olduğundan, doğru bir şey isteyememek de normalmiş. hak diyen, emek diyen, saygı ve anlayış diyen ama karşısındakileri dinlemeyen yöneticiler, egolarını beslerken onlara karşı çıkan herkesi kısa bir sürede görmezden gelebiliyorlarmış.

tecrübe dedik, deneyim dedik, güven dedik, özgüven dedik. hizmet almak ve vermek dedik. en çok dediğim şeylerden biri de hayaldi. aslında en güzel özet de hayal satan bu insanlar oldu. hayallerimizi ortak etmeye çalıştığımız, çıkarlar uyuşmayınca da 'kurum kişilerden önce gelir' mantığıyla hayalleri gerçekmiş gibi satan insanlardan kolayca uzaklaştığımız bir gündeyiz. yani bu tarihi not etmekte fayda var, tekrar benzer şeyler yaşamamak için.

aslında bir yandan aşırı tanıdık gelen bu av-avcı, işveren-çalışan-müşteri ilişkilerinde merkezde duran para-güven-beklenti üçgenlerinde dibe batan da bir insanlık var, biraz trajedi belki çok az da komedi olan bir drama var. sonuç hayatın gerçeklerini suratımıza suratımıza çarpıyor. bana teori x ve teori y'yi öğreten ama kendi iktidar gücünü göremeyen, yüzleşmeye de hazır olmayan bir bilinçten doğan bu trajik durum insanların hayatlarını çok daha zorlaştıracak gibi. çünkü var oluşunun farkında olmayan, sistemi eleştirirken aslında sistemi en çok besleyenlerden biri olup, gözlerini ve tüm duyularını gerçeklere kapatan insanlarla iş yapmak gerçekten zor, üretmek imkansız. insanların varlıklarına

dışarıda bambaşka bir hayat var. buna hep inandım ve birazını gördüm. şimdi akışta kalıp, çıkacağımız yolda rahatlıkla diyebileceğim ki, bunaltıcı iş hayatından bıkıp istifa edip seyahate çıktım :))) o kadar da bıkmamıştım da olacaklar pek hayra alamet değildir. oysa şimdi...

yollar bizi bekler, küçük sürprizlerle, bol mutlulukla, sevgiyle. bobo da bizimle.