8 Mayıs 2019 Çarşamba

Son zamanlardaki kişisel gündemim dikkat ve kaygı üzerine. Her şeyleri tanımlama eğilimim bunu da tanımlayacak illa. içimin kıpır kıpır olduğu birçok şeyin yanında kaygı düzeyimi yükselten anlık düşünceler gelip gidiyor.

anlamlandıramadığım ama tanımlayabildiğim şeyler dedi adam, yaz bunları, bu insan hikayelerini.

(dipnot:Aslında bu insan öyküleri hepsi bir yuvanın onlarca veli profilinin öyküsü. Meslek etiği gereği kendimle yüzleşip öyle dökeceğim onları yazıya, birgün.)

sessizliğin içinden öyküler çıktı en çok. kimlikler diye sığındığımız kabuklar bir düşünce sistemi içinde şartlıyor beni. bugün, yeniden dinlediğim var oluş öyküleri bir kez daha etkiledi beni. belki sessizlik biraz daha yardımcı oldu.

10 gündür falan taslaklarda duruyor bu yazı. 10 gündür gidip geliyor zihnimde, kalbimde hem duygular hem düşünceler. Yazayım diyorum, elim gitmiyor. Bu benim meditasyonum bazen. Tamam diyorsun artık dengedeyim, hop bir gitgel dalgası geliyor. Dengeyi kalp ve mantık arasında bulmaya sık sık çalışıyorum. Böyle seni tokatlayıveriyor hisler. Sonra kaygı düzeyi artıyor. Oysa biliyorsun sana iyi gelenin anda olmak olduğunu. Yazmak iyi geliyor biliyorsun. Mesele bulaşık yıkamak makinelerce, havuç rendelemek kilolarca çilek doğramak. Anda yeterince olmadığında mutlaka elin kesiliyor, kırılan bir bardak oluyor. Hele bir de rende baş parmağını rendelediyse acısı günlerce geçmiyor. Unutmayayım anda kalmayı diye sanki parmağa bağlanmış bir ip misali duruyor.
Ya anda değilken kalbin kırılıyorsa? İyi hissettiğini sandığın comfort zone'dan çıkmadığın için daha kaygılı, daha gelecek odaklı bir an yaratıyorsan?

Çözüm zen kafası.

Hiç yorum yok: