16 Aralık 2012 Pazar

kaybolan gelecekti aslında

sen aptal bir kadın değilsin dedi adam. kadını kadın yapan o adam, o kadınla adam olmuştu çoktan. onu kadın yaparken, inkar ettiği aptallığı da vermişti ona kadınlığının yanında.. şimdi uzak olan mayıs kadar uzak bir zamandan gelmişti.. ama gitme vakti gelmişti çoktan. adam giderken 'çok güzel bir hayatın olacağını biliyorum' diye uğurladı kadını. kadın hadi git şimdi yeni güzel hayatına diyebildi gözyaşları arasında.. ne gitmek istiyordu, ne gitsin istiyordu. ama gitti ikisi de ters yönlere. artık birlikte olamayacakları yabancılıklara doğru büyüklü küçüklü hızlı adımlarla gittiler. kadın geri döndü sonra, 'allah sevdiğinden ayırmasın' diye dua eden kadına cebindeki tüm bozuklukları verdi. ve palmiyelerin arasından yürüyen sevdiğini izledi gözden kaybolana kadar. kaybolan kadının tüm benliğiydi, tüm bencilliği, tüm geleceği. artık geleceğin tek getireceği adamın emin olduğunun aksine hüzün ve umutsuzluktu. adamın gerçekten mutluluk dolu bir hayatı olacaktı, kadınsa yok olacaktı.

7 Aralık 2012 Cuma

herkes için

İzmir'e mucize gelişin ardından yaklaşık 15 ay geçti. şanslı piç olarak, insanların gözünde değişik bir yer edinmemin ardından da.. bölüm, koşullar insanların bakışlarını ve yargılarını elbette ki değiştirdi. şanstaki ilk etmen güzel bir şehir oluşuydu evet izmir gerçekten yaşanmaya değer bir şehir. büyük bir huzur, karmaşası yok, sosyalist. ikinci şans etmeni elbette ki memur ablamla -aile bireylerinden biriyle- evde yaşayacak olmak. ooo hiç kalcak yer telaşına düşmeden ballı kazana düşmüşsün der gibisiniz. bizim kazan kaynadı, fokurdadı, taştı, yandı, yaktı. kazanı kaynatan cadı zaten aslında benim gelişme sürecine sadece kızmış bir baba ve endişeler bıraktı. zaten hayatımda belli belirsiz zamanlar dışında hiç olmamış bu insan, tam da üniversite çağında ki bu çağ kişilikten ötede bir yerde insanlığın temellerinin atıldığı çağımdır, hayatımı zindan etmekle beni sınamakla yükümlendirilmiş gibi bir role bürünmüştür. 15 aylık ebeveyn deneyimi yaşadığını asla inkar edemeyiz. benim kadar inat bir ergeni bir köpek eğitir gibi eğitmeye çalışan, bu özelliklerini tamamen özentilerle oluşturmuş mahlukat kötü bir ebeveyn performansından başka bir şey sergileyememiştir. aslında eğitip öğrettiği çok şey var, bir insan kavgada ne kadar çok açık verebilir, bir insan ne kadar çok susmadan konuşabilir, bir insan eleştirdiği her şeyi aslında ne kadar daha çok kendi yapabilir, kavgada neler söylenmez ve sabır nası taşırılır -ki ben genelde sessiz kalmayı tercih eden bana bile o çığlıkları attırtabiliyorsa, ki ben sonra ardı arkası toparlanmayacak sözleri söylememek için direnen bana bile ne kadar iğrenip nefret ettiğimi söyletecek kadar zorluyorsa artık- bunları öğrendiğimi inanıyorum. asla bir ebeveyn olmaması gerekliliğini bana düşündüren bu zavallı, insanların bana acımasına sebep olacak, çözüm üretmek için çaba sarf etmelerini gerektirecek tavırlarda tutumlarda ve davranışlarda bulunmuştur. hiç yapmadığını iddia ettiği psikolojik şiddete tüm aileyi maruz bırakmıştır. söylediği bütün sözlerin içinde kendilerini çürüten cümleler bulundurup, kendini çürütmeyen tek cümlesi bile olmadığından bu çürük zihniyet tutarsızlıklarıyla bütün saygınlığını yitirmiş, baştan beri olmayan sevginin yerini bir de saygısızlık almasına seyirci kalmıştır. belki riskler almalı, radikal kararlara ve değişikliklere ihtiyaç var. herkes için mucize olmadığını anlatmaya çalıştığım bir seneyi okudunuz.teşekkürler

30 Kasım 2012 Cuma

şiddet; kaba güç, duygu ve davranışta aşırılık olarak tanımlanıyor TDK sözlüğünde. Ve evet. şiddet hayatımızın ve toplumumuzun içinde çok fazla yer kapladığı gerekçesiyle incelenmesi gereken bir konu. en çok bilineni (görüneni) olan fiziksel şiddetin yanında daha birçok şiddet var aslında, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet öne çıkan başlıklar.. şiddetin bu kadar yaygın olmasında, şiddeti uygulayan tarafın belirgin bir cinsiyet üzerinde yoğunlaşmasında toplumun rolü çok büyük. erkek şiddet uyguluyor ama neden uyguluyor? toplumsal cinsiyet dediğimiz, toplumun cinsiyetlere biçtiği roller ki aslında her şey burada düğümleniyor. bu rollerin atasözlerine yansıyışı da aslında bayağı trajikomik. ataerkil bir toplumun getirdiği belli, kadına yönelik kadının çalışma hayatında yer edinmemesini isteyen, sadece baba ve koca tarafından himaye altına alınacak muhtaç bir varlık olarak gösteren, sürekli doğurması ve dayağın eksik edilmemesi gerekliliğini savunan bir görüş. eşitliğin ve hakların kazanılması için uzun yıllar geçmiş bu ülkede, 90lı yıllarda üniversitede işe başlamak için kocasından izin alması gerektiğinden bahsediyor, şimdi böyle şeylere gerek kalmadı tabi verilen mücadeleler sonrasında. ancak değişmiyor düşünceler, kız çocuğunun dizini kırıp oturması, oğlan çocuğunun gücü temsil etmesi bekleniyor. bunları aşmak için farkındalığın uyandırılması gerekiyor. farkındalığın geliştiği toplumlarda kadın sığınma evlerinden de bahsediliyor şiddet konusunun devamında, çünkü şiddet gören kadınların kaçıp sığınabileceği bir yerlere ihtiyaçları var. Türkiye'de mor çatı sığınma derneği bu hareketin öncülerinden. yurt dışında bu uygulama geniş çapta kadınları içeriyor. lezbiyen ve transeksüel olup şiddet gören kadınlar, hamile olup şiddet gören kadınlar ve daha nicesi için sığınma evleri mevcut. etrafınızda şiddet gören biri varsa, alo 183 sosyal hizmetler hattını arayarak yardım talep edebilirsiniz.

11 Kasım 2012 Pazar

eksik bir şey mi var? yo dostum yoo. bu fotoğrafta bir kafadan çok daha fazla şey eksik.. belki eksik hatta yarım kalan bir çocukluk. çocukların birbirlerine söyledikleri sözlerin yıllar sonralara etkileri. hatta öyle olmadığı halde sana dayatılan düşüncelerin, sırf onlar haklı çıksın diye öyle'ye dönüşmesi.. bi de sarının her tonunun daha da bir iğrençleşmesi durumu var ki.. anca civciler sevimli hala getirebilir onu sadece. yoksa bildiğin bok rengi, bok hep kötüyü temsil eder, kötü kokar.. bok var da sen yoksun gibi bişiler. sarıdan hep nefret ettim bu merasim kıyafetlerinin yakışıksızlığı yüzünden!! 0-2 yaşın tüm kişilik üzerindeki etkilerini öğrendikten sonra, şimdi niye bu kadar çok ağladığımı daha iyi anlıyorum.
ağustos 2012'den. zor olmazdı aslında başkalarını anlamak, hırslar açlık savaş icatlar gitmeler olmasaydı. yollar var bizi korumaktan uzakta, birbirimizden uzaklaştıran. her bir kilometrede dünyanın boşluğunu anlamaya yarayan.. hız ibresindeki her artışın anlayıştan çalıp heyecana veren heyecandan dünyayı unutturan. ütopik dünyalara götüren. insanların ütopyaları var, kimisi sesini fazlaca duyurabiliyor.. okuyoruz izliyoruz çoğu eleştiriyorlar, korkutuyorlar, gülümsetip -anı durdurup ben nerde napıyorum sorularını sordurtuyolar- şaşırtıyorlar, imrendiriyolar -eksik bir şey var yanılgısını hayatımza sokup bizi mutsuz ediyorlar. ideal insan tipini kafamıza sokup öyle olamadıkça hayatlarımızı yanlış yerlere sürüklüyorlar.

4 Kasım 2012 Pazar

O kadar iyi geldin ki Paramahamsa, herkese iyi gel istedim. diye söze başlayan kuzenimden (ç)alıntı bir yazıdır. bilgilerinize. ben çok etkilendim. Dünyevi düzeyde genel insan bencilce sevdiği için sadece bir kişiyi seçip sevmeye çalışır. Bir de ruh eşi hikayesi var; o hikayeye inananlar ruh eşi arar. İnsan birini bulup onu sevmek ve sadece onunla olmak ve o şekilde mutlu olmak için çabalayarak aslında sevgisini kısıtlıyor. Sınırlar içine sokuyor ve çoğu zaman da hayal kırıklığına uğruyor. O yüzden bir süre sonra Anahata Çakra merkezinizde sevgi potansiyeliniz yükselince o kalıp kaybolacak; o bir kalıp, günümüzün kalıbı. Günümüzün insanı şöyle der, "Bana uyan, beni sevebilen, beni anlayabilen ve onunla mutlu olabileceğim bir ruh eşi arıyorum. Neredesin?" (gülüşmeler). "Buradayım" bir eko geliyor. Bu eko kişinin zihninden geliyor ama kişi oraya gidiyor. Arayışlar devam ediyor. Aslında "Buradayım" diyen kişinin zihnidir çünkü kişi zihninde bir sevgili ideali oluşturmuş ve karşısındaki kişiyi bu idealin kalıbına sokmaya çalışıyor. Kişi aslında karşısındakini sevmiyor zihnindeki ideali seviyor ve karşısındaki insanı OLMADIĞI BİR ŞEY OLMAYA ZORLUYOR. Güya sevdiği insanı zihnindeki kalıba uydurmaya ve DEĞİŞTİRMEYE çalışıyor ama olmuyor. Sonuç olarak hayal kırıklığına uğruyor ve "Sen sevdiğim kişi değilmişsin" diyor. Ama zaten onu hiçbir zaman sevmiyor o zihindeki kalıbı seviyor; bunun FARKINDA bile değil. Sonra ekonun peşinden giderek başka birini buluyor ve tekrar hayal kırıklığına uğruyor, "Bu da o değilmiş. Tuh!" (gülüşmeler) ve aramaya devam ediyor. Bu aramalara internetteki arama motorları da yardımcı oluyor (kahkahalar). Kişi "Neredesin?" diye haykırıyor, sonra oradan başka birisi çıkıyor o da olmuyor, sonra öteki. Bazen insanlar on kere evleniyor ve boşanıyorlar. Aynı şeyler tekrar oluyor. Çünkü değişen bir şey yok. Benzer benzeri çekiyor ve aynı tarzda kişiler karşısına çıkıyor; aynı şeyler yaşanıyor. Bu karmik bir olay ve kişide sevgiyle ilgili bir kalıp oluşuyor. O kalıbın ötesine geçmek gerekiyor; Orijinal Yoga Sistemi'nde o kalıplar kırılıyor ve özgürleşiyorsunuz. Artık bir kişiyi aramıyorsunuz. Sevginizi özgürce paylaşıyorsunuz. Birçok insanı, evreni sevmeye başlıyorsunuz. Sevginiz evrenselleşiyor. Sadece sevmek size yetiyor. Siz tatmin olunca sizi sevseler de sevmeseler de siz mutlusunuzdur. O arada özel bir ilişki de olabilir. Ama o özel ilişkide bir sınırlama olmuyor. Bir sahiplenme olmuyor. Ego eriyince, egodan özgürleşince sevdiğiniz insanı sahiplenmeye veya köleleştirmeye çalışmıyorsunuz. "Sen benimsin. Ne yapıyordun? Şu saatte neredeydin?" diye sormuyorsunuz. Sürekli arayıp "Neredesin? Kiminle konuştun? Kiminle yemek yedin?" diye sormak, telefonu kontrol etmek, kim aramış (gülüşmeler), kim mesaj göndermiş... Kontrol etmek sahiplenmenin sonucudur, bu bir ego tezahürüdür. Bu aslında bir sevgi değil, bir çile (gülüşmeler). Her iki taraf için de bir çile. Yani kişi sevemiyor yani sevgisini ifade edemiyor. Çünkü zihinsel kalıpları ve sahiplenme yüzünden aslında sevgisini yok ediyor. Sevgi tamamen bedensel bir ifade haline geliyor ve görüyoruz ki o sevgi eğer varsa bile ölmeye başlıyor, sönüyor. Tadı kaçıyor. Tatsızlaşıyor ve kişi "Gitsin artık, nedir bu?! Bitsin bu çile!" (gülüşmeler) demeye başlıyor. KOŞULLU SEVGİ Koşullu sevgi budur. Sahiplenme budur: "Sen benimsin ve her şey benim dediğim gibi olacak." Kıskançlık ve bununla ilgili bütün olumsuz duygular yüzünden kişi kendi sevgisini yok ediyor. Başlangıçta eğer sevgi varsa bile o da kayboluyor. Ama bilinç evrensel düzeye yükselince ve Anahata Çakra merkezindeki blokajlar çözülünce, siz serbestçe sevince sahiplenme kayboluyor. Siz sadece sevgiyi vermekle ilgileniyorsunuz, almakla ilgilenmiyorsunuz. O kişi ne yapacak, kiminle konuşacak, kiminle mesajlaşacak, nereye gidecek sizi ilgilendirmiyor. Siz sadece sevginizi aktarıyorsunuz. O kişi sizin yanınızda olmak isterse iyi, istemezse de iyi. Başka yere gitmek isterse iyi, başka birini sevmek isterse de iyi. Mutlusunuz çünkü bencilliğin sınırlarını aşmış oluyorsunuz. Bir insanı koşulsuz sevince ona güveniyorsunuz çünkü güvenmediğinizde kendinize acı çektiriyorsunuz. Ayrıca sevdiğiniz kişiye güvenmeyerek onu başka birsiini sevmekten vazgeçiremezsiniz. Tam teri sevdiğiniz kişiye güvenmeyerek, kıskanarak ve sürekli sorgulayarak, baskı yaparak siz onun başka birisini sevmesi için zemin hazırlıyorsunuz. Çünkü aslında sevdiğiniz kişiyi kıskanarak ve sürekli takip ederek siz o kişiye başka birisiyle beraber olma fikrini aşılıyorsunuz ve sonunda korktuğunuz şey başınıza geliyor. Bu yüzden aydınlanmış insan kimseyi kıskanmaz ve köleleştirmeye çalışmaz. Özgürce sever ve o zaman en çok sevilir. Paramahamsa Yogaçarya Maha Yogi Akif MANAF

1 Kasım 2012 Perşembe

toplama

4 işlem olan değil tabi ki, toplayıcılık işini çok seven yeni bir nesil var aslında şu günlerde, hatıraları olan şeyleri(biletleri, davetiyeleri, içilmiş nargile sipsilerini, beraber karalanmış kağıtları) saklayan, kutulayan, sandıklara hapseden kadınlar türedi. cinsiyet vurgusunu özellikle yapmak gerekiyor çünkü bu işin sebeplerine inmeye kalkarsak ortaya evrimsel bir sonuç çıkıyor. eski çağlarda erkekler avcılıkla uğraşırken kadınlar toplama ve saklama işiyle uğraşıyordu fiziklerinin onlara izin verdiği ölçüde.. yani demem o ki tüylerimizin ürpermesi evrimden kalma bir hataysa bu biriktirme işi hatanın allahıdır. çöplüğe dönüyor odalar, beyinler, kalpler..

5 Eylül 2012 Çarşamba

you

you are the moon of my life.. her haliyle büyüleyici ve değişken. en görkemli hali dolunayıyla insanı gelgitlere sürükleyen yine de büyüsünden bir şey kaybetmeyen.. en zarif hali hilaliyle cazibesinden hiçbir şey kaybetmeyen, sen aşkım. hayatımın ta kendisisin

5 Temmuz 2012 Perşembe

kabuk

temmuz 2012'den. yaralar vardı. yaralar zamanla hep kabuk bağlardı, kuruyana kadar yolunmazdı o kabuklar.. yoksa kanardı. kan kırmızıydı. oysa kırmızı.. kırmızı öyle bir can yakıyor ki siyahı bile esir alıyor. esaretinden kelimeler de payına düşeni alıyor, kavuşamıyorlar. bir cümle edemiyorlar. ayrı ayrı kelimeler ne kadar anlam ifade eder ki diyorlar, etmez. seni dediğinde seviyorum diyen yoksa seni, beni ve onudan ayıran hiçbir şey yoktu. işte birleşemedi o 2 kelime, 2 insan bir araya gelebildiği gibi biraraya gelemedi ve devrik de olsa diyemedi seviyorum seni diye. içinden gelmiyordu artık, içi içini yemişti çünkü. iç'in yaralarıydı onlar da, onun bağlanmayan kabukları.. o kabuk eşşşşşşeğin aklına sokulan karpuz kabuğu değilse, benim bildiğim iyileşemeyecek yara yoktur. o da ne biçim eşek ayol?

3 Temmuz 2012 Salı

gavur metaforu

temmuz 2012'den mesela elin gavuru, çok kızdığı yavrusuna bağırdığında çok geçmeden hatta hiç geçmeden bastırıp sinirini bağrına basıyor yeniden. bizimkiler değil ya gavur, bağrına basmak ne kelime öteliyor biraz daha.. nefretini koyacak bir yer bulamıyor, baş tacı ediyor. taçlar sıkıyor, baş ağrısına yol acıyor. metaforlarda boğuluyor.. sadece suda boğulunmaz ya, göz yaşlarında boğuluyor, göz yaşlarına boğuluyor. kulağına göz yaşı kaçtı geçen. ağlayarak uyanmaz ya insan. oluyor işte bazen. ağlamak ne doğru bir tepki ne de bir çözüm. iki gözüm.. ağlama sen. sen ağladıkça kuruyor pınarlar.

1 Temmuz 2012 Pazar

tam bir blues havası şu serin yaz tatilleri. serin bir yatakta, serin bir sabaha tasasız uyanmak.. bir yazlık uykusu belki, belki yayla havası. günlerdir uyuyamadığım huzurlu uykuyu uyudum galiba bu gece, rüyalarımda sevdiğimi yanımda göre göre. huzur biraz da ondan. onu gelişinden ve geleceğinden:)

29 Haziran 2012 Cuma

biz 3 kişiydik.

biz 3, onlar da 6 kişiydi(F, S, E, H, D ve G). oğlan dayıya, kız halaya çekermiş misali sözlerde biz 3 kardeş olarak 6 halamızın karakterlerini almıştık. hem de kardeş payıyla herkese 2 halanın karakteri düşmüş. bana en küçük ve en büyüğün, benim büyüğüm ablama D ve sevecenliğiyle hatırladığım E'nin, onun büyüğü ablama da S ve H nin karakterleri yansımış sanki. aslında ben en küçük olduğum için onları fazla tanıma fırsatım olmamış olabilir( E ve S'yi erken kaybetmemizin de tabi ki etkisi var bunda) konumuza geri dönersek, en büyüğümüz P, şu aralar başkalarının acılarına ortak olduğu söylemiyle bir parça günah çıkarma peşinde sanki.hiç işi olmayan kazaların hastane odalarında, ardından hazin hikayedeki gizemlerin peşinde. hazin sondaki cenazeye de eşlik ediyor P korkularıyla. korkularıyla beraber acılarını da gömmeye gittiğini söylüyor P, B ise onun asla o kadar büyük acıları olmadığını söylüyor ona büyük bir soğukkanlılıkla, ben büyüttüğü acıların daha çok acıtacağını düşünüyorum. o kadar büyük olduğunu ben de düşünmüyorum yani, herneyse P korkuyor çünkü daha önce yakın bir bireyi kaybetmedi şükürler olsun ki. bunu da yaşadım demek için sürükleniyor ordan oraya.. çekirdek ailemizden birinin kaybetmenin acısına şimdiden hazırlık yapıyor aklınca, sorular sorular kendisine ve çekirdeğe. ölsem naparsın temalı. aslında ana tema günah çıkartmak, vicdan rahatlatmak. çünkü farkında ki hiçbir zaman araları mükemmel olmayan kızkardeşler vakit geç olduğunda bunun acısını asla atamıyorlar. hatırlıyorum, E ve H'nin arası iyi değildi ve E öldüğünde en çok H ağladı. yalandan mıydı, timsah mıydı hiç sanmıyorum. P'nin yapmaya çalıştığını yapamadığına döktü o gözyaşlarını. sonuçta biz 3ümüz 6sına yeter de artarız da allah sonumuzu aynı etmesin..

27 Haziran 2012 Çarşamba

müsekkin etkisi

müsekkin, türkçeleştirmeye çalışırsak, sesli harfleri çekince skn kalıyor. başındaki mü önden ek -yapan, eden anlamında- sakin eden, sakinleştirici anlamında. bu konuya nerden geldiğimiz ise Tutunamayanlar'ı kaldıramayan o küçük beynimin daha çerez şeyler okuyayım derken, hep yaptığım gibi yarım bıraktığım bir kitabı bugün okuma isteğimle vücud buldu. evet aslında hem özendiğim hem küçümsediğim bir adamın kitabından kalan 150 sayfayı okudum bugün. fark ettim ki pek bir maharet saydığım kitap yazma işi, mini bir ütopya (Ata'nın 19mayısa çıkmadan bir suikasta uğraması sonucu tarihin değişik şekillenmesi ve osmanlının hafif demokrat yüzünün burjuvaziyle tanışması, kısmen Osmanlı cumhuriyeti filmi gibi, osmanlıda bir popstar ütopyası) bir kurgu, pek güçlü olmayan bir alt metin ve anlatım dili. anlatım dilinde booolca yer alan mecazlar + benzetmeler (yüzümü kamçılayan rüzgar gibi) basit ve anlaşılır cümleler. müsekkin etkisi yaratan da tabi ki osmanlının popstarı başrolümüz Atillann kullandığı kokainler:) diyeceğim şudur ki, Tuna Kiremitçi, çok yakışıklı adam, Galatasaray gibi bir liseden mezun, başarılarla dolu bir geçmiş, kaç tane kitap yazmış, gelip benim gönlümü çalmış ama hoş mu bu yaptığı? öyle gelip üniversitemde bana gitar çalmakla olcak işler değil bunlar tunacım. daha nitelikli şeyler bekliyoruz, bunlar biraz ucuz kaçıyor bence.not:imzanla, fotoğrafınla uyuyorum:D

tik

insanların olmamı istediği kişiyim ben, olduğumu sandığım değil, olacak olduğum da değil. hep ol dedikleri.. olduğumu sandıkları. sandığın içine ne koyarsan o çıkmıyor geri aynı şekilde, üzerine günlerin ayların anıların ve beklemişliğin verdiği ağır bir koku siniyor. ne almak istiyorsan onu koyman gerekiyor sadece büyük bir farkınlıkla. kızgınlığın verdiği alışkanlıklar, sinir küpleri tiklere yol açıyor. gözün seğiriyor belki başın çatlıyor. kimse bir şey olmadığını sanıyor aslında, olduğunu sandığında işte o zaman bir sorgulama başlıyor işin niçin'inde. sorular hep var kafada, ne olacak acaba, günler bize neler getirecek daha diyor iç ses devamlı. anı anına uymayan insanoğlunun geleceği hayal etmesi büyük bir fedakarlık ve feda etmişken bi şeyleri, hayalleri yıkmak çok anlamsız. belki de ben anlamlandıramıyorumm. kimbilir.

25 Haziran 2012 Pazartesi

öyle zamanlar olur ki hayat bizi değişmeye çağırır.bu bir geçiştir.tıpkı mevsimler gibi..baharımız çok güzeldi.ama artık yaz da bitti.sonbaharı kaçırdık..ve artık her şey soğudu.ve öyle soğuk ki her şey donmaya başladı.aşkımız uykuya daldı ve kar acımasızca üstümüze çullandı.ama karda uyuyakalırsan ardından ölüm gelir.elveda paris je taime filmindeki kısa filmlerden bir alıntı. yıllardır nası unutmayayım diye heryerlere yazdıysam demek ki..

horhor

uykularım o kadar rahatsız ve işe yaramaz bi halde ki, hiç dinlendirmiyor. işi de o değil mi zaten? tamam tek işi o değil. bilgileri düzenlemek, büyüme hormonları vs de var içinde. acaba mesaj mı veriyor, düzenlicek bilgi bulamıyorum uyumaaaaaa! diye. öööof. ne yattığım yer, ne de sabah uyanınca olacaklar mutlu ediyor beni. oysa 2 hafta önce huzur vardı. huzur sabahları güzel bi günaydın gülümsemesindeymiş meğer. kahvaltıda neyin onu daha mutlu edeceğini düşünmek.. uyandıktan sonrasıymış meğer seni uyutan. uykularım kaçıyor arkadaş, uyusam da uyuduğumdan hiçbi şey anlamıyorum.

24 Haziran 2012 Pazar

sevmiş taş bir kadını

vee sonsuza dek mutlu yaşadılar.. pygmalion insanlardan kaçan bir yalnızdı. kadınlardan uzak kalmaya yemin etmiş, evlenmeyecekti. yalnızlığıyla başa çıkmasının yolunu yaptığı heykellere anlattığı dertleriyle buldu. bir gün fildişinden bir kadın heykeli yaptı ve ona galateia adını verdi. heykel okadar alımlıydı ki pygmalion ona aşık oldu, elbiseler giydirdi, hediyeler sundu, yatağına aldı, öptü kokladı. ancak heykel ona heykel karşılık veremiyordu. pygmalion tanrılara yakardı onu gerçeğe dönüştürmesi için. Aphrodite ona acımış ve kadına can vermişti. heykeltraşımız aşık olduğu kadının canlanmasından sonra onunla evlenerek çok mutlu bir hayat sürdüler. yaratıcılığın ortaya çıkışında, yalnızlığın ta kendisinin yanı sıra yaratımın kendisi ya da bu yaratımın kendisi ya da bu yaratımın diğerleri ile paylaşımı aracılığıyla yalnızlığın sonlandırılması yer alır. bu aslında kendi kendisini doğuran bir döndügür belki de.. yaratabilmek için yalnız kalmak, kendine dönmek, yaratımın düşüncesiyle hemhal olmak( osm. özdeşleşmek), yaratmak.. ortaya çıkanın, yalnızlığı giderişi sonra yeniden yalnızlaşmak, kendi içindeki yansımaları izlemek, yaratma tutkusu... peki bu döngüdeki Pygmalionun öyküsüne geri döndüğümüzde, pygmalion oldukça iyileştirici görünen bir yaratıcılık deneyiminden söz edildiği söylenebilir.(miş aslında) psikolojik açıdan değerlendirildğinde fetişizmle özdeşleştirilen, içselleştirilmiş kısımları anlamakta biraz zorlandım. mükemmeli yapan heykeltraşımızın bundan sonra kullanacağı yaratıcılıkla karşımıza çıkaracağı yeni eserler Galateia'dan daha mükemmel olabilirdi, mutluluğu seçen Pygmalion zirvede bırakarak yakarmıştır tanrılara. ancak mükemmel yaratımı ölümle yaşlanmayla lanetlenmiştir. yaşamının geri kalanını da tıpkı kendisi gibi bir gün yok olacak yaratımı ile mutlu geçirmeyi seçmiş görünmektedir. ancak kim bilir, efsanenin anlatılmayan kısmında yaratma yolunu seçip, doğurdukları çocukları yüceltme güdüsüne boyun eğmişlerdir. velhasılkelam edebiyat ve psikolojide bir olgu olarak Pygmalion etkisi yani beklenti etkisi, kendini gerçekleştiren kehanet, kişinin, bir süre sonra başkalarının (özellikle herhangi bir yanıyla kendinden üstün gördüğü insanların) ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesi şeklinde açıklanabilir. bakınız etkileri star wars'da bile görülmüştür. tık.

23 Haziran 2012 Cumartesi

got pee

kuzenim, 6 yaşında olmasından mıdır nedir tutamadığı çişini ne hikmetse bizim evdeki tuvaletin ortasına yapıyor. kuzenim, bugün de acıklı bi hikaye anlatmam gerektiği zaman anlattığım hikayedeki yan karakterlerden birinin kızı. kızı olduğu adam, karmaya inandığım acılarla sınanıyor. ablasının göbeğine kaçan bi zekası var ve bu çocuk ilkokulda. gözleri önünde yaptığım gemilere mucizevi şekilde baksalar da 2 saniyelik mutlulukla anında bozabilme potansiyeline sahipler. nefretle büyütülmüş çocuklar olmak, büyüteni etkiliyor büyüyenden çok. gelecekleri hep merak konusu. çiş'i 3 adım sonraya nası yetiştiremediği de merak konum. komplo olduğundan şüpheleniyorum. yoğun pis bir koku var, temizliğe girişiyorum.

22 Haziran 2012 Cuma

peş

neyin peşindeysek artık, mutluluğun peşine düşmeyi unutmuşusuz bikaç günlüğüne. ihmalkarlıklardan doğan yüksek sesler, belki ve çoğunlukla sessizlikler, her zamanki gibi yaşlar süzelen yarışırcasına birbiriyle. belki mutluluk peşimizi bırakmıştır bizim. yeter, kullanamadınız adam gibi diyip kaçıyor. inanılmaz bazen.kimseye de kızamıyoruz, o an nası istiyosak öyle davranıyoruz da böyle sonuçlar doğuyor. doğum demişken, başbakan diyor ki en az 3 tane doğurun. doğurup bakamicaz diye aldırmak isterseniz aldırmayın biz bakarız diyor.ne zorla doğan bebekten ne zorla doğuran anneden hayır gelir bu memlekette.

pii

moralim mi bozuktu derste çok mu sıkılmıştım hatırlamıyorum. pi sayısının virgülden sonraki sonsuz basamaklarına ulaşmaya çalışırken kitabın arka kapağında, habersiz ve meraklı gözlere yakalanıp ihbar edilmiştim sınıfa. bir gülme krizine girmişti sınıf, haliyle ben de gülmeye çalışıp sinir boşalmasıyla ağlamıştım bi güzel:)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

giz..
gizem..
gizemlice akar gözyaşları.
adım gizem olaymış keşke.
gizemli olmaya sebep olurdu. gerçi gevher'in yani incinin kıymeti, kendi içindeki derinliği onun kendi gizemi, yani direk gizem gibi değil de özü öyle. özümüzden kaçtığımız her noktada unutuyoruz masumluğumuzu, insanlığımızı, iyiliğimizi. en uzak noktalarındaysa kıskançlık var. yakın noktalarından birindeyse korku var. eskiden sevmekten korktuğum halde şimdi sevdiğim için korkuyorum. korktuğum kendimim. kıskançlığımdan dönüştüğüm, aynalardan kaçtığım yaratık aslında. kaygılarım oluşabilecek senaryoların beni ne kadar üzeceği yönünde. üzülmeye gerek olmadığından mıdır, üzüntülerin biz olmaya çalıştığımız hayatlarımızda yaşatacağı darbe etkileri midir kimse üzülsün istemiyorum. istediğim enerji ve mutluluk herkese.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

çocuk

içindeki çocuğa sarıl; sana ne anlatırsa dinle, ne sorarsa cevapla, nereye gidersen onu da götür beraberinde. beraber olduğunuz zamanları hatırından hiç eksiltme. direkt söyle düşündüklerini, yapacaklarınıza işaret yaptıklarınız hep daha bi güvenle sarsın içinizi. içinizdeki kelebekler hiç eksilmesin.. aslında arkadaş sandığınız ve sizi sadece etkisiz ve aşırı mutlu olmadığınız için yanında tutan o kupkuru kalabalığa da nasılsın dediklerinde, aşık olduğunuzu hayatınızı bir ömür geçirmeyi düşünebildiğiniz bir insan olduğunu onu o yapan özellikleri saymayın, kendileri gibi kuru sevinişler, kendilerinde olmayanı isteyişler.böyle olsun.basitçe.insanların en aşağılayıcı basitlikleri kadar basit hatta ucuz bu durum. sen mutlu olma zaten, hep mutlu olmaları için çabala başkalarının. onlar mutlu olunca gülebil sen de.hah. asıl mutluluk çağı yeni başlıyor sanki, hayatın en güzel zamanları. yeniçağımız.biraz edepsiz baya eğlenceli.

29 Nisan 2012 Pazar

mutlu olmak ya da olmamak

27.04.2012 psikoloji seminerleri part 2 psikolog aydan taşçı mutlu olmak elimizde.mutlu olmak aslında yarı yarıya elimizde çünkü %50 genler %10 sosyal şartlar(elimizde olmadan doğduğumuz çevre vs) %40 da bizim çabalarımızla oluşanlar. öncelikle bir mutluluk seviyesiyle doğuyoruz. mutluluğun uzaklaşıp yakınlaştığımız bir denge noktası var. Hedonik adaptasyon dediğimiz fizyolojik ve duyusal olarak var olan ve alışma süreci. insan her şeye alışıyor. olumlu ve olumsuz yanları da var tabi kii. ilk başta mutlu eden ama etkileri kısa süren her şey aslında doyumsuz olmaya itiyor. kötü yanı: memnuniyeti yok etmesi, iyi yanı ise her şeye alıştırdığından ve biz insanoğlunun başına da her türlü şey gelebileceğinden kötü giden şeylere de alışmayı sağlaması. mutlu olmak için 1) fazla düşünmekten ve sosyal kıyaslardan kaçının 2) vücudunuzla ilgilenin, egzersiz yapın! 3) affetmeyi öğrenin 4) yazın, kağıda boşaltmak (araştırmalarda 2 grup arasında yazmayanların daha zor iyileştikleri) 5) iyilik yapın (içten geldiği gibi, abartmadan) 6) hedeflere odaklanın 7) minnettarlığı geliştirmek 8) sosyal ilişkiler kurmak 9) yaşamın tadını çıkarmak( aslında bunu yıllar yıllar önce carpe diem diyen ve bunu hayat felsefesi haline getirmiş adamlar bulmuş da ona başka bir yerde değiniriz) sosyal kıyaslamalar dediği kısım atalarımızın yıllar önce çözdüğü komşunun çimleri daha yeşildir, onun tavuğu daha besilidir meselesi. yetinmeyi ve şükretmeyi öğrendikten sonra bu karşılaştırmalardan sakınmak bizi mutlu etmeye yetecektir gibi görünüyor. benim şartlarım niye böyle sorusu görüldüğü gibi bizi mutlu etmiyor. en iyi gelen de YAZMAK.kağıt.blog.bunlar hoş şeyler.

asmaaltı gypsy

kaçıp saklanmak sadece saklambaçta yapamadığımız bir şey. saklambaçta da hep beni unuturlar korkusuyla saklanamadığı yerler.. seni yerler diye giremediğin sokaklar, gidemediğin ve gidemeyeceğin onca yol. kapaklandığın yerler.. alkolden.çok alkolden kustuğun yerler.o kadın, neler düşünürdün onun hakkında.bu kadın mı bunu diyen?benim diyen? nereye gitti özgüven rakı kadehlerine sakladığından mı böyle oldu? mezeler mi yoksa çerezler mi? eski samimiyetini kaybetmiş bakışlar, artık inanılmak istenmeyen yalanlar, çabuk geçen aylar.onca ayda hayatın bizden götürdükleri ve bize sundukları. ben demekten vazgeçmeyi öğrenemeyen bir ben. yalnızlığın değişen tanımları. yalnızlık artık kimsesizlik değil sanki bence. yalın olmam artık mümkün görünmüyor. yalnızlık değişken, ve hep yanında olmasını istediğin için olcaklarını sandığın birkaç insan dışında hayatında olanlara göre kendini sandığın dilim. dilimi eşşek arısı sokaydı da.. herneyse.günün birinde okuncaklara karşı önlem almak hatta sansür uygulamak lazım. sansürde vakit problemi var.aklına ne geliyorsa, bu blogun şekillenen amacına yönelik oluşan eleştiri mi denir anlatım mı denir aksıyor.samimiyetsiz hareketlerden, herkesten uzak durduğum halde uzakta kalamadığın birkaç insan var ki birisi benim birtakım korkaklıklarım yüzünden yaptığım son hatadan sonra aramızın eskisi gibi olmadığını, o seviyeye gelmek için asla uğraşmayacağını ve uğraşmadığını söyleyen pek kıymetli bir insan var. şimdi anlamadığım nokta, seviye değişken bir şey mi ki oynatıyoruz,neden sevdiğimiz insanlara daha çok affetmemeyi deniyoruz. ne kadar daha affetmem'i deniyoruz. ben hata yaptım bol bol bu sene.sene dediğimiz eylülden beri. düzelmeye çalışıyorum işte. düzeltmeye çalıştıklarında ters tepiyor çünkü ben gelemiyorum arkadaş sen niye böylesin sorularına.biraz kendimle başbaşa kalamamak, blogla ilgilenememek, gezememek beni yoruyor bildiğin.nebleyim.aşk güzel şey yine de.

25 Nisan 2012 Çarşamba

nerelerde kaldık, nerelere geldik hiç de bilinmese de doğru olmadığını bildiğin ama heyecanlı gelen hayatlarda kaybolmak lazım bazen. çünkü yıllardır aradıkları, huzurlu, güven dolu, belki de tam istedikleri gibi ilişkiler bende vücut buldu. şikayet edemiyorum çünkü çok mutluyum. her şey neredeyse olması gerektiği gibi. neredeyse nerede insanlar. bazı insanları özlediğim gerçeği de gerçeğe iyice dönüştü. insanlardan çok yerler, yemekler, ağaçlar bile denilebilir. yemeği yapanın insan olması beni sadece söylemimi değiştirmeye itiyor. söylemler, yaşanılanlardan ibaret. yaşanılanlar sıradan geliyor. aşkı yaşayabilirsin ama derin aşkı yaşamak

24 Nisan 2012 Salı

bu kız çocuğunun kafası hep karışık, bu kız çocuğunun hormonları hep aklını dövüyor, ele geçiriyor. hormonlar can sıkıyor.gerçekler de can sıkar bunu unutma. hormonlar gerçek mi? bu kız çocuğu hep ağlıyor. bu kız çocuğu kocaman bir yüreğe sahip olduğu küçük bir adamı çok seviyor. bu ağlamalar nasıl geçecek bilmiyor. zaten hiçbir şey değişmeyecek.asla o mükemmel mutluluğu tadamayacağız. en leziz tadı tadamayacağız. başarı bizi hiçbir yere götürmeyecek. o şarabı doğru insanla paylaşamayacaksın.yaraların iyileşmeyecek. hazın doruklarına ulaşmak? insanların senin hakkındaki düşünceleri asla istediğin yönlerde olmayacak, doğru arkadaşlar.keyifli zamanlar, vazgeçilmez anlar.vazgeçilmez kimseler.istediklerin.isteyebileceklerin.hiçbirini alamayacaksın.sakinliği yaşarken bile huzurunu 3 cümle belki kelime kaçırmaya yetecek.çünkü hepsi sahte.sen mutluluk ne öğrenemeyeceksin.mutlu olmaman için herkes savaşıyor.uğraşıyorlar.başka şeylerle uğraşsalar.. sen, sen olmazsın. sen ben olsan hep daha iyilerini yaparsın.sadece arsızlığı bırak.

20 Nisan 2012 Cuma

kadın ve nefret suçları

19.04.12
sosyal psikoloji dalında profesör melek göregenli'nin yer aldığı panelde konuşulan konuydu nefret.
nefret en insani duygulardan belki. ben nefret eden hayvan görmedim diyebiliriz bile.panelde sözü geçen nefret suçları, henüz yasalarımızda yer almayıp dünyada da birçok yerde, amerikada da birtakım eyaletlerde suç kapsamındayken bazısında kapsam dışında imiş. nefret  suçlarına gelirsek: birbiriyle ilişkisi olmayan grup ya da kişilere sırf statüsünden dolayı, kadın olduğu,kürt, roman, alevi, eşcinsel, transseksüel, engelli olduğu için kim olduğunu bilmeden zarar verme, baskı uygulama, kurduğu mesafeler üzerinden güttüğü siyasette işlediği suçlara verilen isim. dediğim gibi henüz hukuk kapsamında yer almıyor olması ve bilinçlendirme eksiklikleri yüzünden insanlar hala sadece insan olmayı beceremiyorlar. farklılığı savunmak adına biyerlere getirilen kadınları ayrımcılıkla suçlayıp  tacize devam ediyorlar. kadın olmanın fiziki zorlukları bir yana, yaradılıştan gelen manevi zorlukları, toplumun işleyişinden ve ataerkil denilen bir kesimin dayatmalarıyla  güçsüz kalmaya mahkum edilmiş kadının sorumlulukları ve yaşayışı ister istemez daha çok ilgi  ve hak arayışına götürüyor. çünkü kadın olmak her alanda var olabilme gücünü göstermiş yaratıkların hayal gücünün sınırsızlığını da temsil ediyor aynı zamanda. doğurganlığındaki mucizeden başlayan yolculuk nefretle işkenceyle dayak ve ölümle son bulmamalı!

18 Nisan 2012 Çarşamba

Dönüşüm - Franz Kafka

Dönüşüm, eski çevirilerindeki ismiyle değişim, orijinal ismiyle metamorfoz ya da almancasıyla die wenvandlung, Gregor Samsa isimli pazarlamacının işe yetişmek için gidecek treni kaçırmama hayalleriyle uyanmaya çalışması, ancak o sıralarda böceğe dönüştüğünü fark etmesiyle 'değişen' kısa ömrünü anlatıyor. aynı zamanda içerdiği simgelerle modern hayata da aile yapısına da büyük bir eleştiri niteliğinde. dönüşümü tamamlayan gregor'u kabullenemeyen ailesi, gregorun kendini soyutlaması yani saklanması köşe bucak, aslında evi geçindirenin gregor olması ve artık bir işlevinin olmayışı onu kitapta 10-15 satırda öldürmeye yetiyor açlıktan.

dediklerine göre kapitalizmin insanları nası yalnızlaştırdığı ve insanoğlunun uyandığı anda düşündüğü tek şeyin geç kalmak olduğu, ne olduğu kim olduğunun umrumda bile olmadığı.kolay değil böceğe dönüştürülmek, kapana kıstırılmak. böcek muamelesi gösteren kapitalist ebeveynlere de topluma da yazıklar olsun.

*not: babasının üzerine atmaya çalıştığı elmalar adem'in yasak elmasını veya bilgeliği temsil ettiği söylenir.söylentidir.

şirincedeki rum teyze

17.04.12 de şirinceye gitmek gibi bir güzelliğe dahil oldum. aslında normal şartlarda tercih edilebilir bir insan olmadığım gerçeğini bir kenarı bırakıp, bir şekilde orada olduğum gerçeği değişmiyor. aslında orhan bana demişti ki üniversite yıllarında nereye gittiğinden çok kiminle gittiğin önemlidir. o yüzden çok fazla zorlama kendini, doğru insanlar bulup onlarla takılmaya çalış. ben biraz karşıyım bu kanıya çünkü o insanlarla takılmak için çok fazla vaktim varmış gibi geliyor.yanıldığımı bilmeme rağmen birtakım değişik yerler görmek kendimi iyi hissetmeme sebep olduğu gibi bana çok şey katıyor. şirince'nin mimarisi yeşilliği rumları makedonlarını öğrendim mesela dün. papatya taç satan teyzenin tacı takarken okuduğu dua bile gülümsetmeye yetti beni, çok mutlu olduğumu belirtemesem de içimin huzur dolduğu her an gerçekten mutluyum. bir yerde bir eksiklik ya da hatanın olduğunun da farkındayım aslında. iletişim kopukluğu meselesi de bu yüzden. ama eksik olan o yolda başımı yaslayabileceğim ya da sımsıkı sarılabileceğim insanlardı. insanlar o seviyeye kolay gelmiyor ve gelenler de zaten uzakta. uzaklar niye varsa?

frida.

her ressam bir boy aynası barındırmalı evinde kendini çizmek için:)
sana tapıyorum. -frida kahlo (meksika)
bunlar acı dolu ama aynı zamanda aşk dolu yaşlanmayan bir kalbin son cümleleri. kendisi gibi ressam kocası Diego Rivera için yazdığı bu satırlar kanıyla, acılarıyla birlikte yazılmıştır. çünkü frida artık frida olmadığını hissetmekte ve Diego tarafından birçok kereler aldatıldığını bilmesine ve buna göz yummasına rağmen bir de kızkardeşiyle aldatılınca çok öfkelenmiştir.
fridanın hayatı, lisede geçirdiği bir tramvay kazasında büyük ameliyatlara girmesine sebep vericek şekilde değişmiştir öncelikle. aldatıldıktan sonra Diegonun geldiği bir aşk köprüsüyle bağlı olduklarını söyledikleri o ayrı evin hemen üst kattaki pencereye diegoya tramvay kazasından daha kötü bir şey varsa başıma gelen o da sensin demişliği de vardır. o ev de evli olmalarına rağmen 2 farklı birey olduklarını 2 farklı ressam olduklarını hatırlatmak adına var, belki de sosyalist Diegonun nü mankenleriyle ilişkilerini daha az görmek için Frida böyle bir şey istedi, kimbilir. sosyalist Diegoyla evliliklerinin ilk yıllarında abd'ye gidip orada iyi işler yapmaları ancak bir zenginin duvarına stalin portresi, sanatına siyaset katması sorun olunca başka ülkelere de yer veriyorlar hayatlarında iyi bir ressam olmaya çalışan aslında bu harika kadın resimlerini dönemin michalongelosu olarak bilinen kocasına göstermek isterken ondan daha iyiye dönüşmesiyle devam ediyor. hayatı kazadan sonra geçirdiği ameliyatlarla geçerken bir yandan ayrıldığı kocasının rus devrimine önderlik eden Lev troçki'nin güvenlik için onun evine yerleşmesi ve tonton karısına rağmen aralarında yaşadıkları ilişki, lev amcanın karısına sadakati sayesinde uzun sürmez. zevkleri uğruna onu seven kadını bırakmamak Diegonun yapamadığı bir şey oysa ki. alman bir yahudi olan babasının yanına döner bir süreliğine frida annesinin ölümüyle. evde portresini çizmediği tek insan babasını da çizer. kangren olan ayağının kesilmesiyle aynı sürece denk gelen tekrar evlenme sürecinde sanatının doruklarında ve ait olduğu ülke meksikada bir sergi açmayı başarabilen ancak doktur yasaklarıyla yataktan kalkmaması söylenen Frida, çılgın kadın, yatağıyla beraber sergisini ziyaret eder. yıllar sonra, resim çizerken son nefesini verdiği bedeni kendi isteği üzerine yakılmıştır. böyleleri de göçüp gidiyor işte. iyi ki de geliyorlar hayatlarımıza..

15 Nisan 2012 Pazar

yakındadeğiştirecekler beni

ben mi seçtim ki bu oyunu?
annemleri de ben seçmedim diye ağlardım.onlar da bizi seçemediği için kimse kimseyi alıp satamıyor, atsan atılmaz, satsan satılmaz dedikleri. onların beni dönüştürdükleri canavar.. bir erkek fatma. ağlamaları dışında aslında gayet güçlü. oyuncak sıkıntısından ağlamayı oyuncak haline getirmiş şu ara..
ne biçim sıkıntıdasın be kadın? kadın olmayı bile başaramıyorsun ki insanlar sana laf edebiliyorlar. kadınlığın sadece ağda alışveriş ve güçsüzlük olduğuna inandırdıkları ben mi kadınlık yapıp hemcinslerine yaklaşsın.sanki boğuluyorum nil'in dediği gibi.olmayan aşklarda havuzlar problem oluyor.kızlar havuz kenarında açılır saçılır. güç mü dedi biri? çaresiz, sürekli yardıma ihtiyaç duyaydım..nefes alamazdım herhalde hiç.hoş.şimdi bile zar zor alırken nefesleri   2 adım nefes alıp 3.adımda vermeyi öğreniyorum.enerji kaybetmemek için dağcılık  klübünde öğrendiğim birtakım taktikler. dağcılık kulübünde başkasının adımını takip etmek, başkaları için de adımını takip etmeleri için belirli izler bırakmak gerekiyor. hem kendini hem başkasını düşünüyorsun ve ister istemez bir ders veriyor bu da sana. ders almak istediğin heryerde  dersler mevcut. ha bunun için dağa çıkmaya ne gerek var diyorsanız, ekşın olsun diye. ya da kaşınıyorum.kafamıgözümü patlatıp gelicem.

14 Nisan 2012 Cumartesi

savaş baba

14.04.2012 İraklitos’un ünlü “Savaş her şeyin atasıdır” deyişine bir gönderme olduğunu öğrendiğim bu tiyatro oyununu izledim biraz önce. anladığım kadarıyla barış yanlısından ötede sadece sonuna kadar tarafsız politikası güden rodos başbakanı bi yanda, iskendere özenen ve herbir tarafları hakimiyet altına makedonyalı komutan abimiz( bu abimiz korkaklığından, başka devletlerin ona saldırmasından korktuğu için onlara saldırıp, onları korkutan pis bir insan.) rodos, güzel rodos bir tatil cenneti.turistler için tatil için kullanılan ve bu sayede altını olan bir ada. hiçbir askeri gücü, silahlı kuvveti, savunma bakanlığı bile yok.tamamen bir ütopya.velhasılkelam makedonyanın yayılmacı gücünden korkan rodoslular bizzat komutanın başarısız yatak odası dedikodularını kullanmak suretiyle onu etkilemek için yolladığı fahişe olması için, komutanı yatakta bağlaması için rodosrun en güzel hatununu yanına yollarlar. işlerin ters gitmesi üzerine rodos'a saldırıya geçen  ve rodosun tüm savunmasızlıklarına rağmen geliştirdikleri stratejiyle makedonyanın yalancı ordusunu altüst edenler..

bir de sanatı temsil eden hippi abimizi es geçmeyelim.heykelini konuşturmasını siyasete karıştırmak isteyen
kekiğiyle, fesleğeniyle, körisiyle harika aşçımıza da selam olsun.ortalığı en güzel o karıştırdı sonuçta..
mesele kaçmak değil mümtaz, bilirsin. mümtaz da benim avrupa özentesi yalnız kalma korkusundan ürettiğim belki türettiğim bir hayali arkadaş. biri hep vardı da adını masumiyet müzesini okurken koydum. çok uzun zaman olmadı, kimseye bahsedemedim. kimseler demişken güzel kimseler var bu sefer yanımda yahu. yalnız hissetmiyorum yani. öyleysem bile hissetmiyorum. beni seven insanlar var. benim onları sevmediğimi düşündükleri için bana çok kötü davranan insanlar var. bu davranışlardan ölümcül derecede etkilenen bir ben var benden içeri. sürekli aynı tekerlemeleri duymak, bir insanın içinden söylemesi gereken her şeyi dile getirmesi beni yoruyor. benim bütün pozitif enerjimi çalıyor üstüne ve geriye hiçbir şey bırakmıyor. beni zaman zaman tehdit edip, zorundalıklarımı vurguluyor. kuru inadıma inat katıyor  ve kasten yapmadığım şeyleri yanlış yorumlayıp konuşuyor da konuşuyor.
biraz da onun hayatının çok meşgul olup benimkinin çok boş olmasından dem vuruyor. oysa herkes tercihini yaptığı için, yardım beklemek de bunun üstünden başkalarına çemkirmek de sadece kelime israfı.bilirsiniz ben aslında cimriyim. gereksiz konuşmaları da çoğu şeyi sevemediğim gibi sevmem.

13 Nisan 2012 Cuma

kavram: cinayet

13nisancuma'da cinayet adlı bir doğaçlama tiyatro örneği izledik.
biraz beyza'nın kadınlarındaki sandalda karakterleri öldürdüğü sahneden esinlenmeler vardı ama onun dışında, psikolog bir annenin barda tanıştığı bir adamdan yaptığı kızçocuğunu kendi kurallarına zorlayarak, örneğin sürekli resim çizmesini isteyerek, parka götürmeyerek,en sonunda erkek arkadaş edinmesine izin vermeyerek onu dönüştürdüğü katil/canavar anlatılıyor. üstelik bu kadın dünya çapında bir psikolog, boston yunivörsitiden gelen teklifleri reddedebiliyor. üstüne üstlük yıllar boyunca kızının resimlerini yorumlamış ve onu bir denek olarak kullanmış. bunu öğrenen resim bölümü öğrencisi kızcağımız erkek arkadaşına yavşayan birtakım parazitlere olan sinirleriyle  olaylar olaylar.katil oluyor işte.efektler ve müzik kısmı can katıyor tabi ki dramaya. ana tema, bardan biriyle one night stand yaptıysan ve hamile kalmış bir psikologsan, doğurma. çocuğun seni kasten felç yapabilir, her şeyi duyabil, görebil fakat hareket ve müdahale edeme diye!!

11 Nisan 2012 Çarşamba

hooop, efenim saygılar. görüşmeyeli kaç hafta oldu ki pek olay olmasa da yazmak istediklerim hep içimde kaldı. çünkü bu bilgisayar bloggerıma girmeme izin vermedi, gerçekten.benden bundan mütevellit sıradan hayatımı yaşamaya devam edip, düşüncelerimi telefonun bir köşesine not ettim bazı bazı. bir de çok hoş olacağını düşündüğüm bir doğum günü hediyesi hazırlıyorum çok sevdiğim, çok kıymet verdiğim bir insana.ona yazıyorum yaptıklarımızı hayallerimizi yapacaklarımızı çok seveceğini umaraktan. onun kafasını bugüne kadar içimde kalanları anlatarak çok ütülediğimin farkındayım ki biraz da güzellik yapayım istedim.güzel olacağını da hala umuyorum.

o güzel insanı sadece ben mi yarattım kafamda diye çok merak ediyorum. bu nası bir şüphedir tahmin edebiliyor musunuz? bir yoldaşa çok ihtiyacım olduğundan ben mi seçtim onu da yontuyorum kısmı falan hiç umrumda olmadan hala ait olmadığım bu yerde günlerimi geçiriyorum.öyle ya da böyle.


şöyle ki, ortadaki yanlışlıklar, benim her şeye sakin kalışım, sadece verilmesi gerektiği için verdiğim tepkiler hep gitceğimi düşündüğümden. açıkcası pınar da pınarla yaşamak da ummm rumda değil. asıl ortada yanlış olan bir şey varsa o da benim ta kendim. izmire aile bireyimin yanında bir üniversite hayatına başlamam.korkaklığımdandı bu da gerçi de her neyse. bu ev.önceleri güzeldi.şimdi misafir gibi hissediyorum kendimi, gitmesi gereken bir yabancı.zaten gitmem gerekiyordu, küçük hedeflerle gelmemiştim buraya ama takıntılar beni küçülttükçe  yok olacağım hissine kapılıyorum ve yokluk korkusu gerçekten ürkütücü. kaybolma korkum, karanlık korkum, hepsi geçecek şeyler ama bu yoksunluk yok ediyor.paradoksa düşünce de zaten kafalar kafalar.kısacası olaylar olaylar.

24 Mart 2012 Cumartesi

keşke diyorum çok..

sevgili ablam doğmuş yarın. iyi ki doğmuş da  öğrenmişim ondan çok şey. nefretin kendini, yalnızlığı, vazgeçmeyi, hırsın allahını. kalp çalmayı. şeytan tüyünden şeytanın kendisine doğru yolları. bu tür tehlikeler hayatta bireysel başarıyı getiriyor galiba. allak bullak kafalarda harika yerleri göremiyorum sevgili ablamdaki.okursa ebemi sikebilir bunları. UCUZ çıkarımlar yapıyorum ama ben. o yüzden benim ucuz oldduğum kadar bunlara inanmamak ve desteklememek gerekiyor.

ömür gidiyor be oğlum, bir senenin lafı mı olur?
 
herneyse, yine mutsuzum. palyaçoları çok sever pınar, kaç zamandır doğumgününde palyaço kıyafeti ile karşısına çıkmak hayalindeydim.
bütün hayallerimde olduğu gibi bu hayalimi de yarım yamalak gerçekleşiyor. artık başkası için kurduğum hayaller bile gerçekleşmiyor ve ben de öyle olmasına izin veriyorum.iğrençleşiyorum daha da saçmalıyorum. paranı amına koyim ya. bu evin de amına koydular. bereketini de kaçırdılar. ne cenabet ev oldu.gelmesin kimse.pınarın yapmaya çalışıp götünde patlayan anahtarı başkalarına vermek falan benim de burda misafir olduğumu hatta gitmem gerektiğini hatırlatıyor sürekli.

gidince ne olacak yaa
istanbula gidip ruhu orospu şehrin ruhunu kendime geçirmektense, gidip boğaz köprüsünde intihar etmektense  okyanusta ölürüm.uzaklarda.okyanusun tuzlu suyundan  spagetti yaptıktan, şarapla yedikten hemen sonra doyumsuzca dibi de gördükten hemen sonra.yok arkadaş öyle düzen.öyle gelecek.neyse ehliyet sınavını da geçtim artık.olaylar olaylar. bazı şeylerin farkındayken, hala saçmasapan şeylerle uğraşıyor olmak engel sadece hayattan zevk almaya laaaaaaaaaaaanet olsası

23 Mart 2012 Cuma

güzelim mart da bitiyor. kimse istediğini alamadı, hayal ettiğini yaşayamıyor

kaçkaçkaç.

kaçırdığımız kaçıncı aşk bu? kaçıncı reddediş?
kaçırdığımız tüm aşklara içiyoruz bu gece. geç kaldığımız, asla yaşayamayacağımız belki de. ve o aşklar aşkın tek kıymetlileri bence. aşkın kıymet vermekten başka bi şey olmadığı yerlerde aşkı kirletmek ve adını ağzına almamaya karar vermek kadar zor bir karar verilmez.

5 Mart 2012 Pazartesi

s.

sevgili ablama aylar önce sırf sen kavga etmeyi seviyorsun diye sürekli kavga edemeyiz demiştim.yine canı kavga çekiyor hatunun, kafasına başka şeyler taktıkça süpürmemesi gereken meseleleri süpürüp tozlar kaldırıyor. asla mükemmel olmayan İLİŞKİMize müdahaleler ediyor, savunmasız kalıp 4 gün 4 gece ağlıyor vaziyetlerine giriyorum. asla olmamış olması olmicak olması anlamına gelmese de zorlamamak gerektiği taraftarıyım. sana bi şey olmamış işte sen de kimsen.

aşka aşıklık

renklere aşık bir kadın, pembeden kaçan, kırmızı gibi bir doluya sığınan. kırmızının orospuluğu mu dersin morun  boğaza sarılan yumruğu mu dersin.. her renkten bir parça barındırmak mı dersin, içinde güneşe yer vermemek mi dersin.. güneşin suladığı çiçekler ne güzel olurdu. laleler. lale kokar mı dedim o kadar, insan almaz mı bir lale? laleden çok, çiçek alma düşüncesine sahip insanlar değil mi seçilmek istenen, koynumda uyusun diyebileceğin?  koynuna girebileceğin huzurla? koyun saya saya uyuyoruz işte, uyutuluyoruz.  ilkokulda okul başkan seçimini kendi çapımda eleştirmiştim isim yazmam gereken kağıda biz koyun değiliz ki yazarak:D hepböylesaçma sonlara geliyoruz

olacak olan

kindarlığın nereden geliyor diye soruyor, kinder sürprizden diyorum. sizin nesil cümle kurmayı bilmediğinden midir nedir böyle abuk sabuk  espri bozmalarıyla yetiniyorsuz diyor. bizim nesil aşağılanmayı çok hak etmiyor. sen kimsin ki diyebilirsiniz benim daha önce dediğim gibi, zaten ben de bilmiyorum ki kimim.

4 Mart 2012 Pazar

bir az

#mutsuzbirkadın başka bir'leri mutlu etmek istemez zaten.ona rağmen

Biraz tarçın,biraz aşk... Aslında aşka aşık bu güzel ve beni çok iyi anladığını düşündüğüm adama ufak tefek kurabiyeler.. aynı numaraçok insanda işe yarayabiliyor.

ilişkilerde aldatma gibi bir düşüncem ve alışkanlığım olmadığından gizli saklı şeyler hep abuk subukluklardandı.birtakım düşünceler beni üzdü.

23 Şubat 2012 Perşembe

silik

varlığı yokluğu bir, benim gibi, bir insan siliklikten asla kurtulamaz.
yabancılara kendini açamaz. bedenine en ufak dokunuşlar da onu 'huy'landırmaktan başka bir işe yaramaz. bedenine kuramadığı hakimiyeti başkalarının kendisine kurabilitesinden kaçar aslında. kimse kimseye hakim olmasın. her konuya 'hakim' hanımlardan beylerden de kaçalım artık. biraz bırakalım yalanları da söylemeyi de  herhangi şeyleri.

geleceğe notlar

veremediğim not uzay boşluğunda galiba, vereceğim not güzel bir senaryoda.önemlibir insana.ne olursa olsun ulaşacak bir not bu seferki. senaryo işte.güzel her haliyle ve eski.eskiden korkularım artık savaştığım şeyler olduğunda savaş da korkulu hala geldi. şimdi kaybetmekten korktuğum insanlar var ki, bu hale gelmeyi başarmaları bile çok önemli ben önemli bir insan olmasam dahi.

3.5

saatlerce ve saatlerce insanlarla aynı masada oturuyoruz.grupcak oturmalara hiç alışık değilim, alışıyorum ve seviyorum böyle ortamları. pnar arkadaşlarım arasındaki rolümü çok merak ediyor, ben de ediyorum. takıldığım insanların neden benle takıldıklarını bilmemekle beraber ben de neden onlarla takıldığımı bilmiyorum.ama sadece saatlerce konuşmaktan sıkıldım. yeni mekanlarda güzel kahveler özlemi içerisindeyim. boş boş oturmaktan kendime vakit ayırmıyorum.

01:53:07

süresi bir insanla telefonda konuşabildiğim maksimum süre. bu insan dopdulu, kendinden emin, her şeyin farkında ve istanbulda.konuşmayı çok seviyor, her şeyi anlatmadığı halde yüzeysel anlattığı haliyle bile birbirimize itiraflar ettirebiliyoruz. benim gibi muhtemelen ketum bi insana bile birçok şeyi anlattırma özgüvenini veriyor. o ilerde büyük adam olduğunda ki muhtemelen devlet adamı, şantaj yapabilecek çok koz var elimde nihohhayt. boşluk dolduran aşklardan çekinmeli insan.. aşk en az 3 kişiliktir ki ben hep 3. oldum biyerlerde. 3. kardeş, 3. lise, 3. arkadaş hem de 3 kere. üçyüzotuzüçç

bakbirvarmışbiryokmuş

çim olmayan çimliklerde bahar gelmiş gibi davranarak masalara oturmayan gençler, yanlış masalarda olduklarından şüphelenip içlerinde kopan fırtınalardan açıyorlar mevzuları. mevzularda platoni de çok. sana platonik olanları seçmek yanlış ilişkiler, one night stand olmayan günübirlik ilişkiler sunuyor. sonra mevzular mevzuları açıyor. ait olmak için sebepsizlikler üstüne sebepsizlikler eklendikçe, kaçmak gitmek ve kaçamaklar için çok  sebep oluyor. sebep de neymiş ya.ne çirkin kelime.kaçmak güzel onu da yapamıyorum.

18 Şubat 2012 Cumartesi

aidiyet.

aidiyetim duygum yok ki. bir şehre bir insana bir şeylere. aynı şeyleri sevmiyorum.aynı insanlarlar sürekli ve sürekli aynı şeyleri konuşmayı aynı davranmayı aynı yerlerde olmayı. çok üzülüyom biyerlere gidemiyom diye, sürprizler olmuyo diye.

arama.

kaju badem antep fıstığı bira çikolata soda.hepsi 10 tela.mutluluğu başkalarında arama.

14 Şubat 2012 Salı

arkadaş mı sevgili mi, nefret söylemleri mi yoksa yeni arayışlar mı bugünkü anlamadıklarım.
bugün sevgililer günü.benim izmirdeki sevgililerim arkadaşlarım.candan

12 Şubat 2012 Pazar

ben görmesini istemiyordum ama söyleyemiyordum, o da görmek istemiyormuş ki bir tek burada anlaştığımızı düşünüyorum birileriyle.

birileri çok yalancı ya.yalan çok dönüyor dünyada.bu yalan, öyle olduğunu sanıyoduuum yalanı da değil.yalan çeşitli. yalanmak kedilere özgü ve kedileri sevemedik hiç.uzak durduk her şeyden durduğumuz gibi.tehlikeden uzak dur, kötü arkadaşlardan uzak dur.kaç kaç kaç.kendinden kaç oldu.çok kaçtık çok yorulduk ama hala kaçıyorum. teslim edemiyorum benliğimi. kendimi boşluğa bıraktığımda arkada tutacak birinin olduğu o oyunda asla bırakan taraf olamayacağım.yalanlardan ve kaçmaktan.
izmir bir prensestir
çok güzel küçük şapkasıyla.
mutlu ilkbaharlar durmaksızın
onun çağrısına yanıt verir.
nasıl vazo içindeki çiçekler gülümserse,
o da denizler arasından ışıldar.
hatta arşipel'in yaratılışından çok daha tutkulu.

victor hugo

bana gelsin madem.  

5 Şubat 2012 Pazar

çok kötü olan şeyler biraz alkolle çözüldü gibi, bazen küçük olmak bazen büyük düşmemek daha

1 Şubat 2012 Çarşamba

şubat ayların içinden atılması gereken bi ay olarak görünmüyor mu ordan da? şubatın getirdikleri, şubatın kasveti.şubatı şubat yapan ve içinde doğup haz etmediğimiz birtakım insanlar var.

yeni yıla girmek istemeyen insanların azlığı kadar şubattaki sevgililer gününün gelmesini istemeyen insanların çokluğu var bu memlekette.ben onlardan değilim allahtan.

bu memlekette yalnız çok.yalnız olmayıp kendini yalnız sanan dangalak çok.ben de öyleyim aslında ama ben mutluluk oyunu oynamayı seviyorum.insanlar beni ne kadar negatif enerjiyle de doldursa ben bi şeylerin güzel taraflarını görebiliyorum istersem.istemek lazım.istemeyi bilmek de bi sanat çünkü.yukardakiyle iletişimi de iyi tutmak lazım.neyin nerede kabul olacağı belli olmuyor:)
insanların yapması gereken ya da yapsa daha güzel olacak şeyleri bahaneler üstüne başka bahanelerle yapmamak için uğraşmaları anca kayıp hatta ayıp.ayıbın yolları da kayıptı bi aralar.hala öyle.bazı şeyler ayıp bende.toplumdaki yozlaşmışlıklardan değil hem de, ayıp kelimesi kulağa hoş geldiği için benim yüklediğim anlamlardan.

benim yüklediğim anlamları başkaları anlamadığı için sanırım eskiden problem yaşıyorduk.şuanda iletişim problemim yok eskisi kadar. daha özgür bi ortama salındığım için mi orası meçhul tabi.. salınmak salına salına yürümekteki anlamından çok bırakılmak anlamına geliyor.
çünkü beni bıraktılar.gerçi yaşadığım ev itibariyle sanki aslanın kafesine atılan bir kuzu misaliyim.aslan midesinde hazımsızlıklar yaşamıyorsa iyi davranıyor, oynuyor ama zaten başka av bulamadıysa saldırıyor kükrüyor adeta.bazen kuzuyu kendi yavrusu sanıyor.kuzu, kuzu kuzu alışmakta dengesizliklere. koç'a dönüşmesi mucize ama saldılarsa o da olur.

eskiden'e göre olanlardan bahsedebiliyorsak, yeniler de hep olacaktır.hep bi sonraki anın öncesiyiz ve hatırlanmak için uğraşıyoruz aslında.o anı tekrar yaşatabilmek için daha çok yaşamak durumundayız..

durumlarımızda statülerimizde ne yazdığı önemli gibi.gelecek için, gelecekte yanında olması için uğraşacağın insanları seçerken önce statünle tanıştırıyosun onları, sonra ortak zevklerin..zevkleri tartışamıyosun, tartışmayacağn insanlarla beraber olmayı seçiyosun ve tartışsan da biyere varamıyosun.tartıştıkların genelde kolay çıkıyo sosyal hayatından.perde arkasında seni hep izlemeye çekilmiş bir vaziyette duruyorlar.yeni nesil böyle en azından. aslında hayatında yoklar ama senin duyurmak istediklerini duyuyolar sosyal medyadan.sosyal medya insanların keyifli vakit geçirdiklerini sandıkları tartışmalı bi isim..ben genel çevremin takıldığı siteler için kullanıyorum o adı.blogların twitterla geçtiği söylenen modası insanların 140harfe sığmıcaklarını fark ettikleri halde harekete geçtikleri andan sonra hızla geri dönecek. yazabilmek, özgürlükten farklı bi şey. herkes o kadar çok düşünmüyor ama birtakım insanların çıkarları uğruna kısıtlamaya çalıştıkları ve kısıtlamayı başardıkları çok düşünen insanlar var.

düşünmenin resmini yapabilir misin abidin? abidin'in mutluluk resminde fakirliğe sığan sevgi dolu bir aile vardı yanlış hatırlamıyorsam.düşünüyorlar mı ki fakir bir sevgi oluyor.sevgi fakiri bi insan olarak zengin olma hayallerim vardı.kaçtı.sevgi yoksunluğumla kaldım.aslında bazen bazı insanları çok seviyorum sanırım ama bunu farkedemiyorum belki de içten içe inanmadığım içindir.kime inanayım ben? kendime mi? kendime inanmıştım yapacaktım, hedefimi kazanacaktım.olmadı ama.lisede de olmamıştı ve o hiç olmayan yerde 4 sene çok farklı geçirdikten sonra şimdi ait olmadığımı hissettiğim ve gayet iyi olduğu söylenen bi yerdeyim.peki.yine mi aynı şey olacak? benim için en iyisine mi gidiyorum hep?burda geçireceğim bi o kadar yılda da mı aynı endişelerle..of.

29 Ocak 2012 Pazar

büyü yaptıracağına büyü diyor dede mecnuna.
mecnun çaresiz, çünkü leylasız.
leyla kararsız çünkü.
hiçbir karar ona bıraklmadğından veremiyor karar. muhtaç o da, istemediğini söylediği herbir şeye.
istemeyi bilmiyor.istese güzelce, temiz bir dille.
hem kararlı olacak hem kararlarının arkasında duracak.kendine yakışanı bilememiş.yakıştıramamış
hiç kendini bulamamış.emin olmadığı için de hayırı seçmiş önce, sonra hadi demiş ne olacak bu sefer yakışmasa da..

ama emin olacak.belki de iyi bi insan olacak.görücez hep birlikte..

26 Ocak 2012 Perşembe

yine doğumgününden kalan bir konuşma parçacığı.doğumgünlerine sokiyim ya.o günlere anlam yükleyen zihniyete yani.
ama şu kaldı:
milletin sıradanlığından bahsederken kaç sıradanın yazdğını söyleyen ben ve sıradan(ı) sayan yine ben. sıradanlığın ne olduğunu anlamamakla beraber anlamak için ısrar edince sıra sıra saçmalıklar sıraladık. güzel olduğunu düşündüğüm muhabbetler bunlar..
bazı hayatlar sıtkı sıyrılmış ve sıcacık yeni hayatlar arıyor birbirine.biz bunu buluyoruz yavaştan, sımsıkı görünmez bi bağ kuruyoruz iletişimimizle..

bi yanda çok sıradanlık var bi yanda neler kimler..
doğumgününde aranmayınca bi bok da olmuyor aslında.ertesi gün arayıp dün mesaj gitmemiş diyen eski en yakın arkadaşım(en yakınken bile kimsenin bana yaklaşamadığı dönemler)a bu duruma eli mi gitmemiş mesaj mı gitmemiş diye yorum yapan kimseler..

bi de sabahları arayışlarıyla uyandığım kimseler var.arayıp da uyandırabilen var uyandırmayan var. seçim sizin.
aşık olmayı unutmuş hırslarına yenik düşmüş, aynı evde yaşayan 2 hatunun dramı.

25 Ocak 2012 Çarşamba

hesabındaki, çok az diyemeyeceğim benimkinin tam 10 katı..dünyanın adaletinden, dünyanın yalanlarından söz etsek? dünya bizi aç bırakır.hesap veremediğimiz ama istenilen hesaplar hep bize atıyor topu.dünya bize hayatlarımız verdi de yaşayamıyoruz.topu elimizde bile tutamıyoruz çünkü oynamasını bilmiyoruz.öğretmediler

hesabı kabarıklara öğrettikleri o kabarmışlık onu öyle hala getirmiş ki hem zekası benden 10 kat fazla hem kendini beğenmişliği hem ilgisi hem yeteneği.allaam sen nelere kadirsin.

24 Ocak 2012 Salı

yer çekiliyor sanki altımdan.
başım.. ah başım nasıl da dönüyor.
hayat titrememizi ve kendimize gelmemizi söylüyor arada.

23 Ocak 2012 Pazartesi

evet, yazmak lazım. bir uğraş lazım, kelimelerden ya da o kalemden güç almak lazım.gücü boşaltma da lazım bazen.bağırarak, vurarak. nefretin olmadığı bir evde bi yerde.

şuan olanların verdiği kızgınlık nefret olmamalı diyorsun.bu haksızlık.senin hak etmediğin gözyaşlarım,benim haketmediğim laflar yüzünden. benim huzursuzluğum da senin varlığın ya da davranışlarından. sen ne biçim bi babasın asla ağza alınmayacak küfürler eden. mutlu etmek nedir bilmeyen, hayallere sahip çıkmaktan habersiz.babalığı yanlışlıkla meslek edinmiş. ne kadar çok kullanıyorum bu aralar anne baba kelimesini.içimde olmayanı dışa vurmak istemek..ne kadar yoksa o kadar çok olsun diye dilimdeki.. o kadar yokunuz ki, var olduğunuzu sandığınız anlarda da yargılamaktan başka, değişmemi istemekten başka ne getirdiğinizi sanıyorsunuz?

aidiyet hissim yok diyorum, sevemiyorum olmuyo diyorum başkalarına başkaları için.niye olduğunu bilmediğimi sanıyordum.ama sizin yüzünüzden.sizin öğretemedikleriniz ve sizden öğrenmem gerekenler yüzünden.vermek zorunda olduklarınız ama ne vermeye çabaladıklarınız üstelik de götürdüklerinizden..

yapamadınız.
cesur olamadınız.
bencil ce sevgiye bile cimri yetiştirdiniz.sevgi neydi? sevgi emekti.emeğinizi hep başkalarını hoş tutmak için harcadınız.arada kalakaldım.bana bıraktığınız 2satır yazma yeteneğiyse bir de baş ağrısı var.sağ olun.olanlar ve daha laf edecekleriniz için.

18 Ocak 2012 Çarşamba

ben nası biriktirdiysem demek ki eskileri yenilere hem çok zor yer açıyorum ama yine de eskileri arıyorum onlarda
benim kız arkadaşlarımla aram hep kötü ama niye?
hep erkekler bozmuş.
abi nolcak bu cinsiyetçiliğim?
halledilicek çok şey var he.
yazılıcak ve okunucak ve izlenilmesi gerekenler de.bomba gibi başlıyor bu yıl evvet.yeni yıl kararları verir ya insanlar, ben hep 2 hafta sonrasına doğum günlerime bırakıyorum. bi ağlayıp geliyorum işte.
bugün vefanın dibine vurdum. görüştüğüm insandan da o anlar içinde nefret ettim.bazı şeylerin 'hala' benimle konuşulmaması gerektiğini unutmuşum..


bu arada hello.
son 3 yılda birtakım şeyler oldu.birtakım şeyler beni nefretle yazmaya iter çünkü anlatmayı yeterince sevmem.aynı şeyi çok insana anlattığımda da bundan keyif alamadığımı farkettim şu birkaç günlük tatil sürecinde.

son 3 yılın özetiyle mi girsem olaya bilemedim.
aynı kalmayan şey çok tabi.
olgunluğum
masumiyetim
acı eşiğim
tahammülkarlığım
sabrım
çevrem
evim, yerim.

en çok yüzleşme isteğim arttı.o yüzden kendime bile şifresini unutturduğum bu blogu binbir çabayla açtım. o yazdıklarım saklı kalmamalı sanki ya hacı şimdi verdiğin sözleri tutamıyosun kendine biliyoruz. o kız arkadaşlarından yediğin kazıklardan sonra verdiğin sözler mesela.hatırla.'kimseye hiçbişi anlatmicaksın gevher, otur yaz, kendini geliştir, hep daha iyilerine ulaşıcaksın sözü mes'ela. anlat ya ne olacak. güzel olur belki