28 Aralık 2016 Çarşamba

Yıl bitmek üzereyken, yeni yılın ışığı ve havasındaki müziği duymak için daha dikkatli dinliyorum gökyüzünü. Kıpırdayan her yaprak, çatlamaya hazır her bir tohum bir şeyler anlatıyor insanlığa.

İçimdeki ifade edilmeyi seçen sevgi, evrenle bütün oluyor.

Hiç böyle hissettirmemisti hayat, iyilik hali. Ait olmanın tek bir yere değil de insanlara, insanlığa olduğunu anlamaya başladım. Ne bileyim seviyorum artık. Sevgiyle var olmayı, sevgiyle bağlandığım her kimseyle zaman ve mekan ayrımı olmadan bağlarımızı sağlamlaştirabildigimizi gördüm.

Bu yılı özetlemek için çok fazla kelimeye ihtiyacım olabilir. 'Sistem'le başlayıp 'sevgi'yle bitirelim yine de. Yükselen bilincimize, arındığımız tüm kötülüklere, öğrendiğimiz tüm anlamlı kelimelere kadeh kaldıracağım yılın son gecelerinde. Şerefe! Prost! Salute! Cheers! Nazdarovya!

Bi de yeni yıldan biraz spoiler vermek gerekirse 'Namaste!'.

İyi seneler :)

18 Aralık 2016 Pazar

Büyük şehirleri çok sevdim hep, büyük şehirlerde küçük bir yer edinip sevdim her yerlerini. Aşık olmuştum New york'a. Doğayı yok ettiğini umursamazca gökyüzüne yükselen gökdelenlerine, sizi her yere götürebilecek dünyanın en büyük metro hatlarına.

'Şimdi nispeten küçük bir şehirde aşkın tanımı yeniden şekilleniyor zihnimde. Şimdi saçlarımızın beyazları karışıyor birbirine, ellerimiz bir oldu.
Ve şimdi şiirler uçuşuyor gökyüzüne, doğayı yok etmeden. Sizi yeniden var ederek. Var oluş dolunayın Akdenizdeki yansımasını izleyebildiğimiz ayın ışığında parlayan gecelerde saklıymış.

Dünyayı iyilik kurtaracak böyle böyle, sevgiyle.

Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...' diyor Yılmaz Erdoğan.

Şiirler var sevgiyle..

12 Aralık 2016 Pazartesi

ülkede, dünyada bunca olay olurken kendimi hep tarih derslerinde anlatılan ve hayal ettiğim eskide kalmış zamanlarda gibi hissediyorum. ilk çağlardan bu yana tarihe dair okuduğum ne varsa ki 'tüfek, mikrop, çelik' bana en çok şey katanlardan biridir, sanki o zamanlar da aslında şu an yaşanıyormuş gibi geliyor. tarihi en güzel doğrudan olmayan kaynaklarla öğrendiğimizi de düşünüyorum. fi-çi-pi üçlemesini okuyorum şu sıra, büyük bir heyecanla, şimdi ne olacak diye sora sora, benim için kısa bir sürede son kitaba geldim. kitap 3 yıl önce yine birçok olay olurken yazıldığından, o döneme benim de gördüğüm bir yerlerden bakıp yazılmış. ayrıca saygı duydum.

gerçi hala inanamıyorum, onca şeyi yaşayan insanoğlunun yeniliklerle, maddi dünyaya uğraşması gerekirken tamamen iyilik ve saf duygulardan uzak savaş dolu bir döneme tekrar girmesine.

dünyayı iyilik kurtaracak bence, güzellik pek işe yaramıyor. onca yaşanılan şeyden sonra yeni savaşlara girilmeseydi iyi olabilirdik. şimdi iyi olmak için daha çok umuda ihtiyacımız var.

9 Aralık 2016 Cuma

denge

çocuğum olursa değil de kedi alırsam adını denge koyacağım. hatırlatsın diye.

hayatın içindeki huzurun bi şekilde dengeyle geldiğini.
dengede olmayı.

anlamlandıramadığım her şey için, anlamaya yakın.

6 Aralık 2016 Salı

yollar ve filmler

Şu filmi izlediniz mi?
ben çok sevdim, yol filmlerini genel olarak seviyorum zaten yolda olmayı sevdiğim gibi. şu sıralar daha içsel bir yolculuk içinde bulunsam da yolda atıyor kalbim. bu film de öyle hem sistemin içinde hem de sistemin karşısında bir ailenin yaşamını anlatıyor. çocuklarına evden eğitim veren, sanatıyla, sporuyla, avcılığıyla, doğada hayatta kalmayı öğreten, aynı zamanda bilim ve edebiyatla da iç içe bir aileden söz ediyorum. işte biraz spoiler vermek gerekirse babanın kıza verdiği bir okuma ödevi var, kızından kitabı eleştirmesini istediğinde kızı 'ilginç' diyor sadece, yorum yapmak istemezcesine.
ilginç demek yasak diyor baba, daha derine in!

sonra kitabın ilginçliğinin verdiği ağırlıkla analizini yapıyor, analiz için filmin kalanını izleyin derim.

hayallerim var, gerçek olmasını çok istediğim şeyler.
gitmek için sabırsızlandığım, gittiğimde kendimden parçalar bulup bırakacağım yerler var. madrid'e, Alcalá de Henares'e vardığımda, yerdeki istiridye kabuğundan işaretleri sormuştum, işaretler Paulo Coelho'nun hac kitabında öyküsünü anlattığı, The Way filminde anlatılan El camino de Santiago kutsal yolunu işaret ediyormuş. Geçen aylarda bu yolu yürümüş biriyle de tanıştım, tesadüfen. İstiridyelerin bu yolu işaret etmesi kadar mühim yer taşları. canım yer taşları. canım hayallerim.

okuyun, gezin, izleyin, hayal kurun, gerçekleşirin. gökyüzüne bakın. çok sevin.

30 Kasım 2016 Çarşamba

Berliner

Almanyaya erasmus için gittiğim ilk ayda, ilk kendi başıma gezimi yapmıştım Berlin'e. Şimdiye kadar burada yasamak isterim dediğim, Avrupa'nın en güzel şehirlerinden birine. İlk oluşu, yurtdışında ilk couchsurfing deneyimi oluşuyla da çok önemliydi.
Ne içtiğim berliner burasının tadını ne de currywurst 36 te yediğim pommeslerin acı soslarını unuttum.
Aslında seyahate çıkmak için bu şehri seçmemin stratejik sebepleri vardı. Önceliğim almanya içi başka bir şehir olmasıydı, çünkü alman hattım vardı ve internetin sorun olmayacağı bir yerdi, Almanyanın en kalabalık şehriydi ve ben başkentleri çok severim. Çok şey anlatır o ülke hakkında. Almanya hakkında disiplin ve çikolata kelimelerinden başka çağrışımlar ucu ucuna gelirdi aklıma, şimdi keşke orda yaşasam diye hayaller kuruyorum 5 yıllık.
Berlin'de yanında kaldığım insanlar 3 gün içinde çok güzel hisler ve tebessümler verdi. 75 yaşında sınır tanımayan bir doktor, 30 yaşında suriyeden kaçıp gelmiş avukat bir kadınla hayatın karmaşasından, kültürlerin insanlar üzerindeki etkilerinden konuşup, yemek yaptık bol bol. Her öğünün başka bir seremonisi vardı ve çalan müzikler... insanın ruhunu doyuran güzelliklerdi hep. Belki benim için Berlin Avrupadaki en büyük kathedral (berliner dom) manzaralı, Alexanderplatz'daki o evde tanıştığım o güzel insanlardan ibarettir. R. bana küçük bir gezilecekler listesi ve evden gidiş yollarını da tarif eden ufak bir not kağıdı tutuşturmustu, evin anahtarlarıyla birlikte. Şimdi daha iyi anlıyorum deneyimin ve paylaşımın insana kattığı mutluluğun asla satın alınamayacağını.
Bir gün yolunuz düşerse o güzel kente, yürüyün her yere, duvarlarda gördüğünüz graffitileri izleyin durup. Hep mutluluğumuzun peşinde gitmedik mi zaten? Var olun, mutlu olun.

18 Kasım 2016 Cuma

Şey savunup duruyorum, genel olarak hayatıyla ve geleceğiyle ilgili ne yapmak istediğini bilmeyenlere, ben dahil, 20li yaşlar en güzel zaman. Risk alıp adımlar atmanın ve aslolana ulaşmanın.
Bazen söylediklerime öyle inanıyorum ki seneye nerede olmayacağımı bildiğimi bilmek çok telaşlandırmiyor beni. Böylelikle anda daha çok kalıyor, su an dokunamayacağım gelecekten daha az korkuyorum.
Söylediklerinize inanın, inandıklarınızı söyleyin. Kelimelerin gücü zihninizi öyle değiştiriyor ki bilimsel açıklamaları da var.

Güzellik hep sizinle olsun.
Kahve, uyku, deniz, seks, yol, gitmek, seçmek, özlemek, arınmak, almanya, dünya, iyilik, şarap, akıl, yol, savaş, mısır, mezuniyet, mavi, terapi, kontrol, karanlık.

Kafanız mı karışık? Daha mi çok karıştırmak istiyorsunuz? Gülce duru'dan yalnızı dinleyin yine. Sonra gülce duru dinlemeye devam edin. Yalnız tatil planları yapın, neden orada olduğunuzu düşünün. Ağlayın biraz. Kelimeler yazın. Çağrışım oyunları ve upuzun cümleler kurun anlamsız.

6 Kasım 2016 Pazar

Hayaletlere aşıktı kadın, hayaletler uçar belki bilirsiniz. Ruhlarına çiçekler kondurduğu karakterler ekti o hayallere. Bazıları çekip gitti.

Benim hikayelerim vardı. Kadınlar, erkekler, gençler ve çocuklar oldu hikayelerde. Büyümeyen çocuklar, uçurtmayı ve hayal kurmayı çok seven. En çok gökyüzüne bakıp hayaller kuran çocuklar.

Hikayeler hiç mistik olmadı ama bazı şeyleri hiç anlatmadık. Mistik bi hava katmaya çalıştık, bence oldu. Kediler d3 var artık.

Her kahraman kendi dilinde konuşuyordu ve orta bir yol bulmaya çalışanlar da bazen kendini kendi dilinde ifade edebildiği kadar ifade edemeyeceğini düşündüğü için susuyordu. Hisler tüm dünyada ortak aslında. Evren kocaman ama hepimiz dağıldık sadece

2 Kasım 2016 Çarşamba

New is always better benim sevdiğim bi hayat duruşu. Çeviri yapabilen biri değilim, yeni daima daha iyidir gibi bi şey. Bana niye gitmek istediğimi soruyorlar hep. Niye burada kalmak istemediğimi. Kalınca daha iyi bi insan olmayacağımı bildiğimden sanırım. Gitmek, yeni hayatlar tanımak, dalgaları bir de okyanusta izlemek, okyanus sularına ayaklarımı sokmak istiyorum. 'Ekşi Elmalar' filmini izlerseniz (ki bence izleyin), bir karakter var, Hakkari'de köyden çarşıya inmemiş, Antalya'ya gitmek isteyen, gittiğinde de ilk işi Lara'da denizi koklamak olan. Ben Antalya'da büyüdüm, yazları parmaklarım buruşuna, güneş batıp hava soğuyuncaya kadar çıkmazdım denizden.
Neyse yenilik diyorduk, yeni iyidir güzeldir. Alışmak zaman ister, alışmaya gerek bile kalmaz, içine sürükleniverirsiniz. Eskiyi düşünüp tartmaya vaktiniz olur. Eski artık sadece zihninizde anılardan ve duygulardan ibaret olduğu için, o duyguların sizi hükmetmesine izin vermeden her şeyi çözmek sizin elinizde <3

26 Ekim 2016 Çarşamba

More education, lessdiscrimination

geçen 12 güzel günün ardından, nasıl başlayacağım diye düşünürken nereden başlamam gerektiğini buldum. bu macera nasıl başladı, kimlerden nasıl ilham aldım, kimlere nasıl ilham olabilirim onu yazmakla başlayacağım, birkaç da faydalı link paylaşacağım.

öncelikle ab-ilan.com sayfasında gördüğüm bir eğitim kursuna salto üzerinden başvurmamla başladı küçük macera bu sefer. daha önceki work and travel ve erasmus maceralarını da çeşitli blog yazılarında anlatacağım. macera diyorum çünkü bunlar konfort zone'dan çıkıp, başınızın çaresine daha çok bakmanız gereken yerler hep.

Erasmus+ olarak adlandırılan avrupa birliği destekli bu programda salto üzerinden ya da facebook gruplarında başvurusu açılan projelere başvuruyorsunuz (youth in action, exchanges network. Erasmus eğitim programı senelik veya dönemlik değişim imkanı verirken Erasmus+ 4 gün ve üstü eğitim programları da içeriyor ve program sürecinde konaklama, yemek ve ulaşım masrafları host organization tarafından karşılanıyor.

Bu projelere katılmak için atılacak en güzel adım, bu sayfaları facebook üzerinden de olsa takip edip, 'beni neden seçsinler ki' demeden, ilgi alanımıza yönelik projelere başvurmak olacak.

Pekiii, gelelim 10 günlük eğitim sürecinde 5 ülkeden (Türkiye, İtalya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan) 25 katılımcı ve 2 eğitmenle Bükreş'te neler yaptık, neler konuştuk, neler öğrendik.


İlk günden bile hissedilen insanların sıcaklığı, güleryüzlülüğüyle başlıyor tanışma etkinlikleri. Kalabalık gruplarda isim öğrenmek zordur, hemen daire olup isim etkinlikleriyle hem eğlenip hem de öğrendik isimlerimizi 2 gün içinde.

2. gün 'international night' kapsamında ulusal takımlarımızla kendi kültürlerimizden bahsedip, yemeklerden ve atıştırmalıklardan yedik.

Sonraki günler içinde non-formal methodlarla ayrımcılık, stereotipler ve önyargılar üzerine çalışmalar yaptık grupla.

1) Abigail'in öyküsünü biliyor muydunuz?
2) One step forward
3) 3 cultures isimli grup çalışmalarıyla önyargılarla pratikte nasıl savaşırız ve grup çalışmalarında nasıl daha çok verim alırızı deneyimledik.

Energiser dediğimiz, grubun dikkatini toplamak için, gruba enerji veren 5 dakikalık çalışmalarla başladık tüm seanslarımıza, çok eğlendik.

Erasmus+ nedir, sivil toplum örgütleri(NGO) nasıl çalışır, bireysel olarak dezavantajlı gruplara nasıl destek olabiliriz, öğrendiklerimizi nasıl uygularız üzerinde konuştuk. Takımlara ayrılıp bir gün yetimhaneye gidip çocuklarla dil bilmeden inanılmaz keyifli vakit geçirdik, bir gün de öğrendiğimiz non-formal methodlardan birini lise öğrencilerine uyguladık, ingilizceleri çok iyiydi liseli grubun.

bütün seanslardan sonra briefing ve debriefing yaparak o günü tartıştık birlikte, çalışma yapılırken

1)NE hissettiniz? (How do you feel)
2)Ne öğrendiniz? (What did you learn)
3)Bunu nasıl uygulayacaksınız? (How will you apply it) sorularıyla hem konudan kopmamamızı sağladılar hem de daha çok konu üstüne düşünme fırsatımız oldu.

Çalışmaya gelen herkesin çeşitli yaş gruplarından ve eğitim geçmişlerinden geliyor oluşu, tanıştığımız her yeni insanın deneyimini paylaşıyor oluşu, edindiğimiz network ve bu güzel deneyim zamanın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı bana.

Son günümüzde, yine küçük bi oyun oynadık ki ne düşündüğümü anlatırken ağlamaklı oldum bu geçen günler hakkında. Dixit oyununu bilirsiniz belki, üzerinde resim olan kartlarla oynayan bi oyun. Genelde soyut imgeler var, o oyunun kartlarından seçip ne hissettiğimizi anlattık hepimiz. Ben taştan ironik gülümsemeleri olan heykelleri seçtim. Hem 10 gün kahkahalarla geçen zamanları düşünerek, hem kazandığımız güzel dostların kalıcılığını vurgulamak istedim.


Daha yapılacak çok şey var.

9 Ekim 2016 Pazar

Evreka

Butik nitelendirilen bir kafede (saklı, güvenli bir yer) çalışmanın en güzel yanı, renkleri benim için. Renklere aşığım, hayatın içindeki her renge. Yaşayan bi kafemiz var su an çalıştığım. Aradığınız tüm sorulara cevap bulabileceğiniz bir kapasitesi, 4 bir tarafı ağaçlarla çevrili, içi dışı güzelim çiçeklerle ve mis gibi kahve kokusuyla hayalgücünü doruklara taşıyan bir havası var. Çünkü yaşıyor. Geleni, gideni, her gün değişen tatlıları, bisikletleri, kedileriyle huzurdan bazen yetişmeniz gereken yerlere geç kalmanızı sağlıyor. Bulduğunuz cevaplar yine uzmanından geliyor çünkü buraya yolu düşen insanlar anlaşmış gibi size haber vermeden.
Günlerdir kahve konusunda nereden eğitim alabiliriz diye düşünürken, bir kadın geldi kahvemizi içmeye. Pazar akşamları pek yoğun olmaz burası diğer akşamlar kadar. Pazar günü duş alınır, çocuklar okula hazırlanır, son tatil gününün tadı evde çıkarılır çoğunlukla. Müşteri 29 yaşında, hamile. Benim de en sevdiğim latte macchiato yapmak çünkü temel bi bilgi olsa da yoğunluk farkının verdiği şekil çok güzel oluyor. Neyse güzel latteler yaptım, hanfendi hesabı öderken geçmişte kahve eğitmeni olduğundan, türkiye çapında bir kahveler zincirinin bas eğitmenlerinden biriyken, sürekli seyahat etmesi ve çılgın bir hayatı varken artık 28 yaşında bunu sorgulayıp evlenmeye karar verdiğinden bahsetti. Şimdi de hamileymiş.

Hayat seçimlerden ibaret aslında. Dediğim gibi her hikayeden, her insandan bir yansıma buluyorsunuz kendinizde. Benim latte art'ımda geçmişini gördü ablamız. Enerjiniz hiç geçmişte kalmasın. Hayat sizi hep istediğiniz yerlerde tutsun dileğiyle.

7 Ekim 2016 Cuma

aslında size hayatımın küçük bir özetini geçerken seçimlerimi, hayatımın akışını, bana ilham olan insanları ve sevgiyle bağlandığım insanları da anlatmak isterdim. çünkü şu an geriye dönüp baktığımda (önümü göremesem de) hep güzel insanlar yol gösterdi bana, seçtiğim birçok yolda da yanımda olup destek verdiler. yine yolda karşıma çıkan -iyi olmayan- insanların da rehberliğini gördüm, her yeni kararda, gireceğim her yeni yolda, her mutlulukta, her kalp kırıklığında, her başım sıkıştığında yanımda olduğunu hissettiğim birileri vardı. bakın bu en güzeli.

bazen bu bloga kimseyi teşhir etmeden yazardım. insanlar gario yine de. pek teşhir etmek istemiyorum
yine de böyle hissetmeye bazen engel olamasam da, aynalar hep sizinle. içinizde yol olduğu sürece, diliniz hiç susmadığı sürece her şeyi ardınızda bırakabilirsiniz. daha çok yalnızlaşmadan, mutluluk sizinle olsun!

6 Ekim 2016 Perşembe

biyografimsi

Gündüz ailesinin 3. kız çocuğu olarak Antalyada dünyaya geldim. İlkokulda başarılı olarak nitelendirilen bir çocuk olmama rağmen koca kafalı, karakuru bir çocuktum. en sevdiğim şey ruhsar izlemekti, sık sık psikosomatik karın ağrıları yaşardım ve bu dönemde nası 'survive' ettim çok hatırlayamıyorum, çocukluğuma dair çok fotoğraf yok. ortaokul-lise yıllarım, çok uzak yıllar olmasa da lineer zamanda uzak görünebiliyor. çok yemek seçerdim. hafif tombik bir çocuğum. hep bir bilgi açlığı vardı ama ilgi duyacağım, elimin yatkınlık duyacağı şeylere yönlenemeyecek kadar agresiftim hayata. yine de sorumluluk bilincim gelişmiş, muhtemelen yapacak daha iyi şeylerim olmadığından derslerimi çalışıyorum. ortaokulda ortalamanın altında bir okulda, pohpohlanarak büyümüşüm. ozamanlar özgüvenim inanılmaz yerindeydi. zeki ve dikkatli bir çocuk kategorisindeydim. sonrasında antalyanın sayılı liselerinden birinde, evimize uzak bir lisede okudum. lisede ait olamadığım ekonomik seviyelerdeki insanlarla boğuştum durdum. yanlış diyemesem de şu anki aklımın uzak durduğu tipte insanlarla arkadaş olmaya çalışıp günleri tüketirken, hayal ve kalp kırıklıklarıyla dolu liseyi bitirdim. içimde hep bir büyüme ve özgürlüğüne kavuşma arzusu vardı. sonra yeni başlangıçlar umuduyla izmirde psikoloji okumaya başladım. ingilizcemi geliştirmem gereken hazırlık yılında, şu anki gezgin hallerimin küçük provalarını yaptım durdum. günübirlik çevre ilçe gezileri, yeni insanlarla tanışıp hayatı anlama çabaları, tren ve otobüs yolculukları, sırtçantasıyla geçirilen günlerde kendimi bulmaya çalıştım. hayatın gelgitleriyle provalarıma birkaç yıl ara versem de, lisans hayatım boyunca birçok yerde bulunma ve gezme şansım oldu. bazen sadece başvurumu gönderdiğimi düşündüğüm projelere ve gençlik değişimlerine kabul alıp, daha çok yer görme şansım arttı. gördükçe göresi gelen bir insan oldum. insanların hikayelerini sevdim. arkadaşlar edindim. ingilizcemi geliştirmek için uğraştım durdum, şu an rahatlıkla kendimi ifade edebiliyorum, geçen sene 'go straight' diyip yol tarif bile edemiyordum. üniversite 3.sınıfın yazında work and travel programına katılarak amerikada 4 ayımı geçirdim, dünyanın birçok yerinden insanlarla tanışma fırsatım oldu. iş tecrübesinin yanında hayata dair birçok şey kazandım. en önemlisi mücadeleci ruhumu yeniden kazandım. türkiyeye döndükten pek çok şey değişti haliyle, birçok yenilikle birlikte güzel şeyler oldu. sonra mart 2016'da almanyada erasmus yapıp eylülde yine yurda dönüş yaptım. yaklaşık 1 aydır alanya'da evreka cafede çalışıyorum. burası çok renkli, işe gelmek heyecan veriyor. yeni tatlar, yeni ruhlar.

hayatın ne getireceğinin çok belli olmadığını anlayıp, yine planlar yapmaya devam etsem de, iç huzurumu bulmaya yönelik çalışmalarım sonuç veriyor. zenginlik, alabildiğimiz deneyimlerimiz kadar.

3 Ekim 2016 Pazartesi

yolcu yolunda gerek.
söyleyeceklerim bu kadar.
başka söylemek istediğim hiçbir yok.

30 Eylül 2016 Cuma

Son eylül, eylül sonu.



Herkesler, kimseler ve insanlar. Yalnız insanlar ve kalabalık insanlar selam olsun sizlere.
Fotoğraftan da sesini duyabileceğiniz gibi dalgalar, eylülün bu son gününde yine sizi düşündürüyor. Batan güneşin kızıllığı ve samanyolunun bize bahşettiği yıldızlar da eşlik ediyor sizi düşünürken sahip olduğum hislere.
Her şeye sahip olmak yoruyor bazen. Hem çaresiz hem çok güçlü. Hem güçsüz hem her şeyi mümkün kılabilmek.
Eylül bitiyor şimdi, keşke dediğiniz, dilediğiniz ama gerçekleşmeyen hiçbir şey kalmasın.
Bisiklet yolu olmayan şehirlerde durmayın çok fazla.

28 Eylül 2016 Çarşamba

Hayat dolu biri

Yazmak istediğim her şeyi unuttuğum, simdi ne yazacağımi bi tek klavyenin bildiği, denizi ve mavisi bol bi yazıdan merhaba sayın okuyan. Bazen şarkılar bize kendimizi çok iyi hissettirir. Sanırım her şeyi kendimizi iyi hissettirmek için yapıyoruz. İyilik ve güzellik enerjisel bi yer değiştirmeyle hep çevremizde dolaşıyor. Bu aralar, çevreyi dolaşmak için sahil kenarından bisiklet ile 20 km hız yapılabilir, güneş yakamozu ve iç gıdıklayan bir rüzgara karşı şehir izlenmek suretiyle mest olabilirsiniz.
Çevreyi, bu güneşi, bu koşulları, insanları anlamlandırmak için çok uğraşabilirsiniz. Akış çok güzel bir şey sevgili okuyan, hayattaki denge, yaşadığınız, yaptığınız ve düşündüğünüz ne varsa dengeli olduğu sürece sizi tatmin edecektir. Okuyanlar neden siz diyorsun demiyorlar, gelseler bi hanım hanımcık bir yazanla karşılaşacaklar belki, ondan öyle diyorum.
Geçenlerde uzun zamandır görmediğim, ama roman yazsam kesinlikle karakter olarak içine koyacağım biri (insan yaşadığını yazarmış) bana seyahatnamemi ne zaman yazacağımı sordu, imrenerek. Ben de blogum var dedim. Bu blogun aslında dönüşmesi gereken bi seyahat blogu olması gerektiğini düşünürken, hayatımdan anekdotlar yazmadan duramayacağımı fark edip, biraz üşengeç ve dağınık da olmam sebebiyle ne varsa kesemizde onu anlatmaya devam edeceğim. Aklım hep süreçlerde hala, türkiyeye dönüş, yeniden bir yerlere gidip farklı şeyler hayata geçme planları. Daha çok şey var yapacak. Siz de yapın, hayat evde oturup bi hayatı boşa harcayacak kadar değersiz değil. İnanın ve çalışın.

23 Eylül 2016 Cuma

Bugün halam öldü.

Bugün mezarlıkta, o son taşı koyarken toprağının üstüne, öyle kuvvetli bir rüzgar esti ki ağaçlar selam verdi orada bekleyen üzgün kalabalığa. kalabalık Kalabalığın pek haberi yoktu halamın ışığının bize getirdiği o iç gıdıklayan serinlikten. Gözümü kapatıp derin bir nefes aldım, teşekkür ettim halamın varlığına.

sonra akşam olduğunda, aniden bisiklet sürmeyi nasıl öğrendiğimi unuttuğum fikri düştü aklıma. çünkü bisiklet sürmeyi unutmazsın, o bilgiyi edindikten sonra pratik yapmasan bile yine bisiklet sürebilirsin ama hatırlamazsın. güzel bir anı daha geldi sonra, halamın 50'sinden sonra ergenlik çağlarından beri dokunmadığı bisiklete binişi.. Aslında çocukluğumda, onun da en hayat dolu yıllarında yanımızda oluşunu düşündüm.

güzel insanlar, gidiyorlar bazen.

7 Eylül 2016 Çarşamba

bazen nedensizce çıktığımız seyahatler, aklımıza o seyahat olmasa aklımıza gelmeyecek sorular getirir. çünkü insan bir fikir ona ekilmediği sürece bazen o durumdan ya da ihtimalden habersiz yoluna devam edebilir. yolda olmak, baktığımız yönü değiştirerek de yeni çözümler üretmek demek. bazen de başladığın cümleyi çalan bir telefonla düşündüğünden farklı bitirmek demek. atalarımız eşşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak demişler bu durum için ama daha modern zamanlarda, fikir ekmek, fikri yeşillendirmek diyebiliyoruz. aslında yeni sorular, kendimizi sorgulatıyor. neden istanbul değil demişti mesela biri bana kısa süreli seyahatlerimden birinde. sadece bu soruyu duymak için bile çıkmış olabilirdim o geziye. sonra düşündüm, önce düşünmemiştim çünkü zaten imkansızdı. bizi yapabileceğimiz her şeyden alıkoyacak kadar keskin fikirler her şeyi imkansız kıldığı gibi mümkün de kılabiliyor. güzel tesadüfler oluyor zaten hayatta. yeni mücadeleler ve yeni başlangıçlar yapacağım yine yakın zamanda.

çok yakında. anahtar kelimelerle saklı oyunların içinde, gelecekte.

6 Eylül 2016 Salı

mavi


ah bu yollar. yollardan başka bir şey bilmiyor aklım, onlardan başka bir şey konuşmuyor dilim. aslında o kadar çok konuştum ki, anlatacak o kadar çok şeyim vardı ki hepsini anlatabileyim diye daha çok konuştum hem de hızlı hızlı. çünkü öyle önemliydi ki yaşamak, öyle önemliydi ki etrafımdaki insanlara yaşamın aslında güzelliklerle dolu olduğunu gördüğümü anlatmak. daha çok anlattım. sadece ne anladığımı, hayallerimi ve beklentilerimi düşündüm her şeyi anlatırken. bulutların üstündeyken ben, bulutları izledim yollarda. en sevdiğim tarlalar çiçekleri yeni açmış meyve ağaçları, sarı eşekotlarıyla doluydu hep. hayallerimiz de renklendi hep bu sarı-pembe çiçeklerle, bembeyaz bulutlarla ve tazelendi her yanımızı ıslatan yağmurla. benim aklım hep gitmelerdeydi. şanslıydım belki, kendi yolumu çizip, dünyanın ucuna gidebilecek kadar da hayalperest. bazen turist bazen de 'wanderlust'. bu kelime ingilizceden yolculuk tutkunu/gezme isteği olarak çeviriliyor. ben hala 23 yaşındayım, bilinçlenme erken başlıyor bazen. uzun yıllardır kabuğum daha iyice kuruyup sertleşirken, içime sığamıyordum. gerek varlığımın sebebini anlamak için verdiğim uğraşlar, gerek içine doğduğumuz şartların baskısında kalmamak için öğrendiğim ve muhtemelen başardığım değişim her şeyi mümkün kılıyor.

2 Eylül 2016 Cuma

Parantez

Parantez en sevdiğim kelime şu ara. 6aydan sonra döndüğümde her şeyi bıraktığım gibi bulduğum yerlerde 'aa sen nerelerdeydin'sorusuyla karşılaşıyorum. Gittim geldim diyorum, hayatıma bir parantez açtım sanki. O parantezin içine bir hayat sıkıştırdım ve kalbimin bir parçasını da parantezin içinde unutarak kapattım. Başladığım yere yeni bir ben olarak geri döndüm. Biraz eksik çünkü dünyanın bi çok yerinde bi parçamı bıraktım, biraz daha fazla olarak çünkü aldığım kilolar, öhöm. Hayır hayır ruhuma kattıklarım ve yanımda dünyanın parçalarını ceplerime ve yüreğime doldurarak getirdim. Çoğaldım, verdiğim her bir parçada bin çoğaldım. Hayatın güzellikleriyle, gündelik hayatın her bir telaşesini, ispanyada bir tren istasyonunun, italyada bir mahalle pazarının hiç bitmeyen akışını seyrettim en içten. Romanın her köşe başında buz gibi akan sularını içerek başladım güne. Her köşe başında karşılaştığım heykelleri canlandırdım aklımda. Aklım karıştıkca, zamanın kıymetini, geceye yaklaşan her bir saniyede aydınlıkla yolumu bulmaya çalıştım.

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Bu gece soon

Peki simdi ne olacak?
Onca şehir onca anı.
Çoğunluğun içinden gelen, hep bir uzaklara gitme arzusunu en yoğun yaşadığım dönemlerde şansımla beraber fırsatlar yarattım kendime. Su an ruhumda hissettiğim doygunluk ve aynı zamanda yeni maceralar için hissettiğim açlık tarif edilemez. Şu 3 haftadır gezimin en güzel yanı ucuz alkol ve yerel yemeklerdi. Ağzımda hala içtiğim son sangrianin tadı var. 3 haftada gördüğüm 3 ülkede de bana yoldaşlık eden arkadaşlarım o ülkenin vatandaşlarıydı ve onların gözünden şehirleri görmüş oldum. Aslında onca yemeği düşünürken Almanyada havalimanına adım attigim anda yerde pretzel görmek tesadüf olmasa gerek. Almanya kalp ben. Arkadaşlarımın hepsinin ailesiyle konakladık şu 3 hafta boyunda. Birkaç defa da yine yerel insanlarla konakladım, bir tek romada hostelde kalmak durumunda kaldım ve o bile farklı bi deneyim oldu benim için. Aile yapıları, ev halleri, misafirperverlikleri tam puandan fazlasını aldı benden. Çünkü bağlı çocuk-bağımlı çocuk ayrımı müthiş ayrılmış ve arada çok tatliş bi bağ vardı. Arkadaşlarım için de bu buranın 'typical food'u bu buranın 'typical drink'i diyerek bana yedirip içirmedikleri şey kalmadı. İtalya bende ayrı bi yere sahipti ama portekiz ve ispanyadaki yemek kültürünü görünce kalbim pırpır etti su son 10 günde.
Avrupa şehirlerini top 5 sırası yaptığımda lizbon, madrid, amsterdam, brugge ve berlin şeklinde sıralayabilirim ancak. Gelecekte madrid ya da berlinde yaşamayı hayal ediyorum şimdi.
Dönüş yolunda olmak çok garip hissettiriyor, aslında gidip evrekada sangria hazırlayıp insanlara denetmeyi iple çekiyorum ve dönünce depresyona girmemeyi umuyorum. Ucuz ve lezzetli alkolü çok ozleyecegime eminim. 24 saatten az kaldı, yarın bu saatlerde 3am civarı izmir havalimanında olacağım, gidecek yerim ve kimsem yok. Öyle de coolum.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Buongiorno ragazzi

Küçükken kalıbıma sigamadigimi, büyümeyi beklediğimi hatırlıyorum. Büyümek kendi başına hareket etmek, başkalarını beklememekti benim için. Simdi kendi başıma yollara çıkarken bazen ablamı üniversite için gara bıraktığımızı hatırlıyorum, arkada kalan olarak hissettiklerimi. Hep gitmek istediğimi hatırlıyorum o otobüsün içinde. Şimdi kendi yoluma gidecek kadar büyüdüm. Bu yazı da tren, uçak, otobüs artik neredeysem ordan yazdığım bir yazı yine :) Dilini anlamadığım yerlerde,gune o dilde bir merhaba ve teşekkürle başlamanın güzelliğiyle, iyiliğin dunyayi turlamaya devam ettiği surece pesinden gideceğim yollara girdim. Biz seyahat ettiğimiz için mi iyilik bizimle geliyor, biz mi onun pesinden gidiyoruz kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan köpek misali. Karşımıza çıkan her öykü, her insan bir şeyler anlatmaya çalışıyor bizlere. Hepimiz yeniden yazıyoruz öykümüzü, her yeni güne uyandığımızda yeni umutlarla, yıldızlarla kapattığımiz geceyi, sıcacık güneşle açıyoruz deniz kıyısında. Denizde martisiyla, tekneleriyle, limanlarıyla, en dipteki yosunlarıyla hepimiz için hikayesine katacak bir şeyler var.

In vino veritas

Dünyanın bir ucundan, italyanın en güney doğu ucundan yazıyorum bu yazıyı, paylasmam zaman alacak olsa da, dalgaların sesinde, yine dilini bilmediğim insanlarin gürültüsünde ve yöre alkolü karışmış halimle düşünmek ve yazmak çok keyifli. Bugün haritayı açıp, ionia ve adriatik denizlerinin ayrıldığı noktanın otranto mu leuca mı olduğunu tartışılan yeryüzünden geçtim. Leuca değilmiş dostlar göründüğü gibi.
Otranto imiş, otranto kelimesiyle anagram yaptığınızda yazdığınız toranta da güzel anıları için geri dönen insan gibi bir anlama geliyor. Giden otrantoya mutlaka geri dönüyormuş efsaneye göre :) tam da denizlerin kesiştiği yere. Liman kenti otranto, her liman kenti gibi enerjilerin karıştığı, ruhların kendini yeniden bulduğu bir yer. Güzelliğine, sahiline, denizine, tarihine ve tipik yemeklerine hayran kalıyorsunuz.
Aslında çömleklerinden limanına, ikliminden ağaçlarına her şey öyle aynı ki ege akdeniz kıyılarımızla. Palmiyelerinden, zakkumuna, turunçgillerinden zeytin ağaçlarına her şey neredeyse aynı görünüşte. Hıristiyan kültür kiliselerle ve mimari yapılarla gösteriyor kendini en çok. Aslında o kadar aynıyken bu kadar farklı olmamızı başka türlü açıklayamadım kendimce. İslamin gündelik hayata yansımalarını, birbirimize tahammülümüzün hic kalmayisini buradaki insanların huzur içinde olup, zenginlik içinde yaşamasalar da, 60 yaşlarında bile 40 görünecek kadar sağlıklı ve dertlerini dert etmeyecek kadar mutlu yaşadıklarını gördüm bizzat. Felicita.. biraz şarap ve ekmeğin ne kadar mutlu edebileceğini görüyoruz aslında. Bu güzelliklere şahit olmayı hiçbir şeyle değişemeyeceğim sanırım.

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Romaroma

Su an avrupada seyahat etmenin en güzel yanı bazı şeylerin kolaylığı. Küçük görünen ama hayat kurtaran şeylerle dolu birçok avrupa ülkesinde seyahat. Sokaklarda sabahlamak, havalimanlarını 2.ev olarak benimsemek, terminallerde wi-fi varlığı 'backpacker' seyahat severler için çok tanıdık gelecektir. Yalnız seyahat eden özellikle kadınlar ve tabi ki erkekler için de güvenli seyahat hepimizin önceliği.
Bu satırları sabah 8deki uçağıma yetişme derdi olmasın ve tekrar hostel masrafı yapmamak için geceden geldiğim roma fiumicino havalimanının süper hızlı internetinden yazabiliyorum mesela.
Romaya 3 gece önce ciampino havalimanına gece yarısı ulaşıp o geceyi de orada sabahlayarak geçirebildik mesela. Küçük bi liman olduğu için 1de kapansa da hemen dışarda çimenlerin üstüne tulum atıp güvenli bir şekilde uyumak mümkün çünkü zaten romanın dört bir tarafını sarmış askerler etrafta sizi gözetlerken, birçok gezgin ya da sabah uçuşunu bekleyen insan da orada bekliyor sabahı. Fiumicino daha büyük olduğu için kapanmıyormuş ve insanlar tulumla ya da buldukları köşelerde, banklarda hunharca uyuyorlar. Bu manzarayı istanbul'da sabahladigimda görmediğimi hatırlıyorum mesela, internete 15 dakikadan fazla bağlanmadığımı hatırlıyorum. Diken üstünde beklediğimi hatırlıyorum tartışan insanların arasında. Sahip olmadığımız can kurtaran, insana değer veren ayrıntıları gördükçe daha çok seviyor insan dışarda olmayı. Sabahın 3unde yorgun argın bir sonraki otobüsü ya da uçağı beklerken yaşanan heyecan ve paylaşma dürtüsünü hiç kaybetmemeyi diliyor insan.
23 yaşında olmanın güzelliğiyle her gün daha da tatmin oluyor zihnim. Daha önce hiç 23 olmadın evet, 23 demenin ne demek olduğunu çok uzaklarda keşfettin, hep var ettin. 23ünde vatikanda hacı olma seremonisini izlerken, 24ünde ispanyada el camino de santiagoda hacı olmanın hayallerini kurdun. Çünkü sığındığın tüm limanlar seni bir sonraki macera için cesaretlendirdi.
İtalyada ilk limanım roma iken, tüm tarihi güzellikleri, modern çağda nasıl aynı tazelikle, aşkla yaşarız onu gördüm. Şuraya gidin buraya gidin demek çok basit geliyor bana, turist merkezlerine gidince zaten size bir harita veriyorlar ve oradaki işaretli noktaları bitirmek 3 gün sürüyor en az bu şehir için. Benim için mühim olan aşk çeşmesinden ispanyol meydanına giderken oradaki tiramisu dükkanını keşfetmek, tavsiye üzerine gittiğin bir pizza restaurantinda kanadalı bir aileyle aynı masada izmir hakkında konuşmak olabiliyor. Her yeni deneyim, yeni heyecan hayata başka bir pencere açıyor. Şimdi avrupadan açtığımız pencere gün gelecek bizi dünyanın en ucuna kadar götürecek. Yolunuz hep açık olsun!

30 Temmuz 2016 Cumartesi

gitmek var hep dilimde

Bu sabah öldüğümü gördüğüm bir rüyadan uyandım. daha önce de yamaç paraşütü yaparken çakılıp öldüğüm aynı rüyayı birkaç kez gördüğümü hatırlıyorum ancak bu sabah suyun akıntısına kapılıp kurtulmaya çalışırken, bana yardım etmeye çalışan birinin kalbimi sökmesiyle öldüm. biraz game of thrones misali, biraz yaşam mücadelesi derken, yüz üstü düştüm. kalkmam beklenirken öldüm :D ölüp uyandım uykumdan. ufak bir şaşkınlıkla.

ben düzensiz bir insanım. kafam gibi hayata dair beklentilerim de bir öyle bir böyle olabiliyor. çizgimi pek bozmuyorum ama hayatın akışını da pek bozmuyorum sanırım. bu akışa kapılmamak öldüğüm bir rüya, can sıkıcı olabiliyor.
ben dağınık bir insanım. gardırobum gibi, çalışma masam gibi düşünceler de dağınık. sahibi olmadığım düşünceler. masanın sana ait olabilmesi ama düşüncenin olamaması kadar acımasız dünya. kafalar çok karışık. kafam bir şeyleri kategorilendirmeyi de bir türlü beceremedi mesela. bu blogu yazma amacım köşe yazıları gibi hayata dair şeyler yazmaktı. günlüğüm gibi oldu, isimsiz insanları yazdığım, insanlardan beslenen bir yer oldu. sonra git-gellerimi yazdığım, isyan ettiğim, bazen aşık olduğum yazılar yazdım. hatıralarımı yazdım, 12 yaşındayken yazılıda 50 puanlık anınızı yazın sorusunu boş bırakan ergenin, gerçek anılarını yazdığı bir blogu vardı 22 yaşında. sonra ergenliğime sığdıramadığım gitme arzunu, kıtalar aşarak, her fırsatta sırt çantasıyla uzaklaşarak, kendini keşfeden, içindeki gezginle barışan, gezdiği yerleri yazmak isteyen bir blogger olmak istedim. benim yıllardır en büyük hayalim çok okunan bir dergide bir köşemin olmasıydı. iclal aydın, can dündar, gülse birsel okur; acun firarda izlerdim. rol modelim edebiyat öğretmenimdi. hepsi birleşince gezgin köşe yazıları yazmak isteyen bir ben oldum. yeni bir blog da açıp, bu bu platformdan vazgeçemediğim için bir türlü yazmaya başlayamadım oraya. şimdi önümde yeni sonlar ve hemen ardından gelen yeni başlangıçlar var, heyecanla beklediğim. aceleciliğim, kararsızlığım, nevrozlarım ve yeni deneyimlerimle yola çıkmaya hazırız sanırım. alone (tek başına) olsam da lonely (yalnız) değilim. çünkü geçmişten gelen iyilikler ve geleceğin bıraktığı umut hala devam etmemizi sağlıyor yola. en güzel şarkılar anlatır bizi.

12 Temmuz 2016 Salı

o sütlü sever

ehehe bu başlık öyle bi geçmişten ki, çok saçma salak bir anıdan. yaşasın episodik bellek. kahrolsun starbucks ve seneler sonra bunu okuduğumda benim bile hatırlamayacak olduğum ayrıntılar. kimsenin anlamasını da beklemiyorum zaten. ergenlik zamanları siz kendinizi anlatmadığınız halde kimse sizi anlamaz ve daha da anlaşılmamak ve 'kendini gerekleştiren kehaneti' daha da gerçekçi hale getirmek için daha da soyut anlatırsınız ya kendinizi. öyle bir durum bu da. eski sevgililer, yeni sevilmeyenler.


çok şeyler oluyor. şu ara bi sorun çıktığında hangi düzlemde olduğuna bakıyorum önce. dün bugün yarın. anda kalmak ve geçmişe saplanıp kalmamak, gelecekte de yani daha gelmemiş bi zamanda yaşamamak gerekiyor tarzı modern hayatta kalma, mutlu olma stratejilerini uygulamaya çalışıyorum. zaten gelecek dediğin dünyanın en belirsiz şeyi. en biraz abartı olmuş olabilir.
yine başlangıçla alakasız neler oldu şu zamana kadar bi içimi dökeyim diyorum. bazen bunları sadece yazıp bir düzene sokmaya çalışıyorum kafamdakileri. hani şu tam şifayı kapmış hasta olcakmışsındır ama sadece hapşuruyorsun, yine de o kırgınlığı hissediyorsundur ya, öyle kırgın, öyle ağlamaklıyım şu anda. hasta olmayalım yine de. hiç duyguları çok yoğun hissettiğiniz için ağladınız mı? yoğunluk bazen taşması gerekir ki eski haline geri dönebilsin. öyle yoğun bir dönem şu dönem.
akıp giden bir hayat var ya, eskiden kaçırdığımız. artık pek çok değiştiği için hiç özlemediğim ve hayretle hatırladığım dipsiz çukurlar içinde olduğum dönemler (bak yine geçmişten bahsediyor) artık yok. aynı çukurda olan insanlarla denk geliyoruz bazen. enerjim düşüyor. bugün 'hayat bok, hayatım çok karışık' diyen biriyle konuştuk. tek yapmak istediğim tokatlayıp kendine gel demek oldu, belki psikoloji tercihi yapmış olmamalıydım. yine de yansıtma yapmayı öğrendiğim klinik derslerini hayatımdan çıkaramıyorum. insanları anlamasan da anlıyomuş gibi yapmak olmasaydı, şu an birtakım konulara nasıl cevap vereceğimi tahayyül edemiyorum. neyse ki çukurdakilere tekme atmamayı, insanları suçlamamayı öğrendim bir şekilde. hayat beni daha iyi bir insan yapmadı yine de. kendinin daha farkında bir insan yarattı en baştan.

başka gelişmeler de oldu mesela. belki almanya bana kollarını yeniden açacak. hayat daha güzel bir yer olacak. hayat bir yer değil çünkü başka bir oluşum. life is life. bugün güzel şeyler oldu, umut vaat eden şeyler. okullu mokullu şeyler. ne güzel bir şehir şu bulunduğum. evrende kara delikler açtık ve o deliklerden tekrar buraya döneceğim. sonra o deliklerden yine başka boyutlara geçiş yapacağım.

bu senenin, şu son dönemin en güzel getirisi, herkesin bilmesi gereken ve yeni gerçeklikler yaratabileceği şöyle ihtimalleri anlatan şiirleri en sevdiğim şiir haline getirecek kadar bana özgüven veren ihtimalleri yaşamam oldu. bu cümleyi tek bir seferde yazdım, tekrar okuyup düzeltmeyeceğim çünkü ben bir gerçeklik yarattım ve kafalar bir milyon.

şuraya bir almanya haritası çizip, gittiğim şehirleri işaretlesem bütün büyük şehirleri işaretleyip kendimle gurur duyacağım.

25 Haziran 2016 Cumartesi

darmadağınık

bütün tozu alınmış odamda her şey darmadağınık. bu kadar uzan bir çalışma masasının her milimetresine bir şey koyabilmeyi başardığım için bir tebriği hak ediyorum bence. okunmuş makaleler, yapılması gereken ödevler, okunmuş sular, içilmiş kahveler ve yenmiş naneler. en kırmızısından bir cabarnet sauvignon, bir mavi chevrolet, bir de kuru boyalarla mandala kitabı var. çalan şarkı yarının herkes için yeni bir olacağını hatırlatıyor. çalan mızıka, mızıka çaldığını bildiğin, varlığına çok sevindiğin birini hatırlatıyor istanbulda. her şey çağrışımlarla daha da dağılıyor. hiçbir şey olması gereken yerde değil, zaten olması gereken bir yer yok. belki bu yazarından başka kimsenin anlamadığı bilimsel makaleleri buzluktan çıkarmalıyım. düşüncelerin sıvı halden katı hale geçmelerini sağlamak için koymuşumdur belki. sonuçta dağınık düşünceleri toplamak için, biraz kendi yağında kavrulsa iyi gelebilir. siz de iyisiniz he mi?
biraz karıştı galiba. hani böyle latte sipariş edersin de barista hala acemidir, malzemeleri koyar ancak, yoğunluk dengesini ayarlayacak kadar yavaş hareket edemez. tad aynıdır ancak görüntüde bir karışıklılık vardır.
pardon, cappucino mu o getirdiğiniz?
misafir ol gel bana, sütlü kahve pişirdim sana. türk kahvesini siz 7 yaşındasınız diye çay bardağında sütle servis edip sizi sevindiren insanları da sevin. her şey çağrışım yapıyor. kendi kendime beyin fırtınası yapıyorum geçmişle. geçmiş geçmiş artık, önümüzdeki maçlara bakıcaz. son türkiye-çek maçında çek bir arkadaşımla iddiaya girdik, en güzel iddialar birayla oluyor. tadı daha bi güzel geliyor. bence biranın tadı güzel. böyle biranın sudan ucuz olduğu yerler var mesela. bir yere oturduğumda kahve ve bira fiyatı aynıysa asla kahve sipariş edemiyorum. en çok dark biraları seviyorum. sevgi zaten emekti. emek emek içiyoruz-işiyoruz. konu çok dağıldı sanırım ben kaçar:)

anlar ve anılar

bazen durup bakıyorum etrafıma. bi yerlerde olmayı seviyorum, hep aynı yerde değil de, herkesin oradan geçerken benzer hislere sahip olabileceği yerlere gidiyorum, daha önce hissetmediğim farklılıkta ve yoğunlukta hayattan bir kesit olan yerlere. bir şeylerin yaşandığı yerlere. gidiyorum ve duruyorum. kendimle birlikte zaman da duruyor ve izliyorum. yanımdan geçen süslü teyzeleri, dillerini hiç anlamadığım halde ne hissettiklerini görebildiğim insanları, çocukları, ağaçları, bulutları ve yetişemesek de bazen durdurduğum hayatın akışını izlemeyi seviyorum. çünkü biliyorum, herkesin bir hikayesi var. herkese içten bir gülümsemeyle merhaba dedikten sonra devamı gelecek bir konuşmanın öyküsü var. karakteri sadece tanışma öykümüze konu olsun diye kafamda yaratmış olabileceğim, rüyalarıma giren güzel insanlar var.
bir bağ kuruluyor her yeni insanla, paylaştıklarına göre daha güçlü oluyor kimisi. herkesin öyküsü başka insanlar, aşk, yeni kararlar, değişen süreçler, ailevi ilişkiler, yeni maceralar, bazen hüzünlü bazen daha durgun dalgalı, değişken iklimler gibi fırtınalı bir günün güneş açmış bir akşamüstüsü ve tesadüflerle dolu.
başımdan geçenleri konsantre olarak yaşadığım şu yıllarda, yaşamdaki kötülüklerin yok olmayacağını fark etmemle beraber, hem kaçınmanın hem kendimi korumanın yollarını buluyorum yavaş yavaş. çünkü öz farkındalık kazanmak için önce külkedisine dönüşüp prenses olmaktan vazgeçmeyi gerektiriyor hayat.

başka prenseslerle, prenslerle, cücelerle ve canavarlarla da tanışmak mümkün şu hayatta. hayatın tüm renklerini birarada görmeye başlayalı, geleceğe başka gözlerle bakmaya başladım. büyüyüp yetiştiğimiz topraklarda gördüğümüz işleyişten çok daha farklı beklentilerle büyüyen çağdaşlarımı gördüm. hep başka olasılıklar da varmış, göremediğim. ihtiyacınız ne varsa, maddi ya da manevi siz harekete geçmeye başladığınızda sizi buluyor.

kaç zamandır ruhum bedenimden önce harekete geçti ve hayal bile edemeyeceğim güzelliklerle karşılaştım dünyanın dört bir yanında. hayallerim hep gerçek oldu. daha çok hayal kuruyorum, hiçbirinin hayalde kalıp beni üzmeyeceğini bildiğim geleceğimin anıları. insanoğlu mental yapısı sayesinde de hep bir seyahat halinde. çünkü hafızamıza attığımız şeyleri düşünürken kendimizi geçmişteki o ana gitmiş gibi olayı yeniden yaşarken, gelecek için de olabilecekleri hayal ediyoruz. kendimizi olası senaryoların içine koyuyoruz. olası seçenekleri biz yaratıyoruz aslında, bizim için en güzelini hayal etmek, bunun için çabalamak kendimiz için yapabileceğimiz en güzel şeylerden.

ben güzel şeyler yaptım. 20li yaşlarımı öğrenerek ve paylaşarak kendimi bulmaya adadım. 'her şey güzel olacak' mottosuyla, her şeyi imkansızdan, yaptım-oldu diyebilecek kadar uzak noktalara taşıdım. her şeyi uzaklarda yaptım, dostlar biriktirdim. anılar paylaştım. her anımı yazmak istedim. sonra yazdım, bazen çizdim ve karaladım. en çok gülümsedim.

17 Haziran 2016 Cuma

'Travel it leaves you speechless then turns you into a storyteller.'

yolla ilgili şeyler hoş geliyor hep. kaçış hep iyi geliyor iyi edemediklerimize. oysa mücadele ruhumuzda yok. var da kalmakla mücadelemizde baştan yeniğiz, kalamıyoruz.

dürüst olmak gerekirse majör depresyon dedikleri bozukluğu yaşamışım dönem dönem, uzun uzun. sık sık intihar düşünceleri, yalnızlık düşünceleri.. baya kötü günler geçirdiğimi hatırlıyorum şu an o belirtilerin yokluğunda hissettiğim mutlulukla. mesela şu an kimse için duyduğum gereksiz sorumluluk hissinin gerginliği yok üzerimde. tek başımayım ve özgürüm.
yolda olmak var olmayı ifade ediyor bana. yolda kendini buluyorsun, dünyanın kötülükleriyle savaşan bir misyon üstleniyorsun. dünyada onca kötülük olurken sen kendi iyiliğin için çabalıyorsun. kibrinden arınıyorsun, yeri geliyor muhtaç oluyorsun yeri geliyor son lokmana kadar paylaşıyorsun. anlıyorsun en önemlisi. aslında dünya denilen, top gibi bir kara parçasında her sokağı, her anı dolu dolu yaşayabileceğini, her yerin sürprizlerle dolu olduğunu anlıyorsun. ben anladıklarıma daha çok anlam katmak için, her yeni yaşımı güzel anlarla ve insanlarla doldurmak istediğim için devam etmek istiyorum yolda olmaya. bıkmadan, usanmadan tanıdığım her yeni kültüre benden de bir şeyler katmak istiyorum. yollar kendi karakterlerine öyle bürünmüşler ki, bizim tercihlerimize göre bize yeni yollar açıyorlar. herkese aynı yolda başlasa bile farklı imkanlar sağlıyor. çünkü yollar bizi bizden iyi anlıyor... yollar hep açık bize.

seyahat etmek nefesinizi kesecek, sonra da sizi bir masalcıya dönüştürecek diye başladık yazıya. çünkü yola çıktığınızın her saniyesi, kendi başınıza aldığınız her karar, çizdiğiniz her rota size yeni yaşam deneyimleri katacak. anlatacak bir sürü yol öykünüz olacak ki dünyaya baktığınız gözler daha da güzelleşecek. mininum bütçeyle maksimum deneyim, heyecan ve doyum yaşamanın tadına varacaksınız. elbette herkesin geçmişten getirdiği alışkanlıkları, yaşam tarzı ve imkanları doğrultusunda beklentileri ve seyahat biçimleri farklılık gösterecektir. ancak içimizdeki keşif arzusunun bizi bir noktada ortak bir paydada buluşturduğuna inanıyorum.

son 1 sene içerisinde türkiye, amerika ve avrupada öğrenci imkanlarıyla birçok yer görme fırsatım oldu. onlarca milletten insanla hayatımın hem en değerli anlarımı paylaşma fırsatım oldu hem de ruhumun dünyanın dört bir tarafına dağılmış kayıp parçalarını bir araya getirmeye başladım. yeni yerler görüp, oraların tadını aldıkça, kokusunu içime çektikçe daha çok kendimi buluyordum. (aslında en çok copenhagen'ın orta yerinde kurulmuş özerk bölgenin kokusu kadar cezbetmedi)

gittiğiniz, ruhunuzun bir parçasını bıraktığınız her yerden geriye kalan bir küçük hatıra, magnet, kartpostal ne olursa yolda olmadığınızda bile sizi gülümsetecek daha iyi hissettirecek.

hep yolda kalmanız dileğiyle.

6 Haziran 2016 Pazartesi

yollar


bu benim son seyahatimden yaşadığım hayatımın en güzel anılarından bir tanesi. yolda olmak var olmayı ifade ediyor bana. yolda kendini buluyorsun, dünyanın kötülükleriyle savaşan bir misyon üstleniyorsun. kibrinden arınıyorsun, yeri geliyor muhtaç oluyorsun yeri geliyor son lokmana kadar paylaşıyorsun. anlıyorsun en önemlisi. aslında top gibi bir kara parçasında her sokağı, her anı dolu dolu yaşayabileceğini, her yerin sürprizlerle dolu olduğunu anlıyorsun. ben anladıklarıma daha çok anlam katmak için, her yeni yaşımı güzel anlarla ve insanlarla doldurmak istediğim için devam etmek istiyorum yolda olmaya. bıkmadan, usanmadan tanıdığım her yeni kültüre benden de bir şeyler katmak istiyorum. yollar kendi karakterlerine öyle bürünmüşler ki, bizim tercihlerimize göre bize yeni yollar açıyorlar. herkese aynı yolda başlasa bile farklı imkanlar sağlıyor. çünkü yollar bizi bizden iyi anlıyor... yollar hep açık bize.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Almanya bize sonsuz çikolata, sade soda, bira ve dünyanın en leziz ekmeklerini veriyor.
middle of nowhere kavramından çıkıp middle of the world'e uzandık. gezegenin ortasında, her yere eşit mesafede, dünyanın en huzurlu anındayım.
şansımız bize sonsuzluğu vaat ediyor.
arzu ettiğiniz her şeyi..

7 Mayıs 2016 Cumartesi

olasılıklar

değişim öyle güzel ki, kendinde olan ama ulaşamadığına ulaştıran bir büyü gibi. her anı mucizelerle dolu. dünyadaki onca olasılık içinden şu anda olmanı sağlayan tüm kelimelere, insanlara, enerjilere teşekkürler.
sana sabahları şiir okutacak kadar mutlu uyandıran, yaptığın tercihlerden gurur duymanı sağlayan bir zaman kapsülü içindesin!
kapsülün açılacağı yeni zaman diliminin de büyüleyici zamanlar olması dileğiyle.

türkçesi de burada

POSSIBILITIES
Wislawa Szymborska

I prefer movies.
I prefer cats.
I prefer the oaks along the Warta.
I prefer Dickens to Dostoyevsky.
I prefer myself liking people
to myself loving mankind.
I prefer keeping a needle and thread on hand, just in case.
I prefer the color green.
I prefer not to maintain
that reason is to blame for everything.
I prefer exceptions.
I prefer to leave early.
I prefer talking to doctors about something else.
I prefer the old fine-lined illustrations.
I prefer the absurdity of writing poems
to the absurdity of not writing poems.
I prefer, where love’s concerned, nonspecific anniversaries
that can be celebrated every day.
I prefer moralists
who promise me nothing.
I prefer cunning kindness to the over-trustful kind.
I prefer the earth in civvies.
I prefer conquered to conquering countries.
I prefer having some reservations.
I prefer the hell of chaos to the hell of order.
I prefer Grimms’ fairy tales to the newspapers’ front pages.
I prefer leaves without flowers to flowers without leaves.
I prefer dogs with uncropped tails.
I prefer light eyes, since mine are dark.
I prefer desk drawers.
I prefer many things that I haven’t mentioned here
to many things I’ve also left unsaid.
I prefer zeroes on the loose
to those lined up behind a cipher.
I prefer the time of insects to the time of stars.
I prefer to knock on wood.
I prefer not to ask how much longer and when.
I prefer keeping in mind even the possibility
that existence has its own reason for being.

29 Nisan 2016 Cuma

Dünyanın bi ucundan

İsveçten yazıyorum sayın sevgili okuyanlar,
bir yanda iskandinavya soğukları, bir yanda dünyanın ucuna en çok yaklaştığım noktalardan birindeyim. Öyle garip bi nokta ki, herkesle ve hickimsesin. Aslında her şeye sahipsin ama hiçbir şeyin yok.
Yine de çok zor insanları anlamak. Sen sahip olmak için çabaladığın şeylerle kavuştuğunda öyle mutlusun ki, onları beğenmeyen insanları asla anlamıyorsun.
Nasıl bir geçmişten geldin ve geldilerse sen ne kadar tatmin olmayı biliyorsan onlar bilmiyorlar.
İskandinavya korktuğum kadar soğuk değil. Yine de bu akşamı otelde tıkılıp kalmani tercih ettirecek bir rüzgar ve yağmur var su an dışarıda. Yaptığın tercihler belirliyor her şeyi. Kendin olabilirsin istediğin kadar kendin yaratabilirsin. Her gün yeni bir kimlikle sonsuza kadar anonim kalabilirsin.
Mesela şu an olduğun 3yıldızlı otelin türkiyedeki 5yıldızlı bir otelden daha güzel olduğunu fark edip, yuvarlak dünyada ekvatordan kutuplara sıcaklığın azaldıgi gibi yaşam şartlarındaki artışı görebilirsin. Gününü verimli geçirememiş olmanın verdiği huzursuzlukla bunları düşünmeye koyulabilirsin. Yazarsın belki, paylaşırsın. Bir gün seni de huzurla heyecanı beraber hissedeceğin birileriyle beraber yaşarsın.
Yine de organize edilmiş şeylerin ve insanların yolunu tıkamasına izin verdiğin için hala büyümeye ihtiyacın var. Büyü çocuk, daha yollar var.

21 Nisan 2016 Perşembe

neden bir ev arar oldum bilmiyorum ama 'gerçek' evden başka her yer evim. evi huzurla eşleştirdiğimizden mi nedir, eve dair şeyler hep huzurumu kaçırıyor. sen burda özgürlük diyorsun ama aslında kaçıyorsun. rahat bırakmıyorlar.

11 Nisan 2016 Pazartesi

kültür kültür

her gün diğerinden daha bir yoğun geçiyor. mutlaka bir şeyler öğreniyorum, bazen de öğrendiklerimi başkalarıyla paylaşıyorum. yeni şeyler deniyorum. kültürel değişimi çok derinden görme fırsatım oluyor ve birçok şeyi kıyaslama fırsatım oluyor. gözlem yapmak, her tanıştığın insanın sende bıraktığı o harika his.. yeni tanıştığım insanlar listesinde bu günlerde rus, çek, italyan, alman, arjantinli, meksikalı, ispanyol, suriyeli, iranlı, japon ve koreli tayfa var. sanırım bir yıl sonunda dünyanın her tarafından insanlarla bir şekilde iletişim kurmuş olacağım. ilerde yerleşik hayata geçersem, salonumda gezdiğim yerleri ve gezgin dostlarımı işaretlediğim bir dünya haritam olacak.
ya gerçekten hayattan doyum almayı öğrenmek zaman alıyor. zor geçtiğini düşündüğüm, hep bir arayış içinde olduğum ama bulduklarımla asla açlığımı gideremediğim onlarca deneyimden sonra yükselişe geçen hayatımda yaşamın ve yaşamanın ne güzel olup durduğunu söylediğim zamanlara geldik. bir sonraki günün heyecanıyla uyanmak harika bir his. yaptıklarınla, yediklerinle, sahip olduklarınla gurur duyup her gün şükür etmek daha kolay doyum sağlıyor yeni tecrübeler için. yani özgüveni besleyen damarları bulmak ve beslemek için daha çok fırsatın oluyor.
sürekli kültür kültür deyip durmak saçma görünse de farklılıkları görüp öğrendiğin ve benimsediğin yeni şeyler benliğini besliyor insanın. geldiğimiz topraklardaki anlayış ve alışkanlıkların dışında onlarca farklı bakış açısı görüyoruz her gün. diğerleri ihtiyaçlar piramidinin en tepesine nasıl ulaşıyorken, bizim neden temel aşamalarda tökezleyip kaldığımızı anlıyor insan. ve aslında tökezlemekten nasıl kurtulacağımızın onlarca yolunu görüyor. bunları fark etmek için biraz dışarı bakmak gerekiyor, belki çok uzaklara gelmek. yeni diller öğrenmek. öğrendiğim en önemli şey, bir şeylerin üstesinden gelmek, akışa izin vermek ve bunları yapacak güce sahip olduğumuz.

almanyaya gelmeden önce burası hakkında çok bir bilgim yoktu, ufak tefek tarih bilgileri ve çikolata dışında. şimdi aşık oluyorum bu ülkenin mükemmelliğine. mükemmel mimarisine, doğasına, dünyanın en leziz ekmeklerine, tatlılarına, biralarına sahip oluşuna. bütün avrupaya yakın oluşuna, herkesi kabul edişine. trenlerine. evet en çok trenlerine aşığım. bizi her istediğimizde en güzel yerlere götürüşüne ve yolların doğasına.

arkada çalan şarkıya aldanmadan, teşekkürler almanya! teşekkürler dünya.

4 Nisan 2016 Pazartesi

Travels from nesting space will take you to a broader cultural horizon.
yani diyo ki seyahat etmek seni geniş bir kültürel bir ufka alıp götürcek.
teşekkürler çin falları.

yani zaman o kadar şahane geçiyor ki, biraz yavaşlasın ve hiç bitmesin istiyorsun.
öyle garip geliyor, 20 sene kaldığın bir yeri hiç özlemeyip de 10 gündür yaşadığın bir yeri benimsemek. yeni hayallerini orada kuruyorsun. birkaç gün içinde olacağın yerleri ve tanışacağın insanları hayal ederek uyumak çook başka hisler. mükemmelliği tarif etmek zor çünkü bu herkesin kendi çizdiği bir kader.

burada sahip olduklarımı hiçbir şeye değişemem sanırım. huzur, düzen, yeniliğin getirdiği karmaşa. değişen her şey. her şey.
yazacak ve öğrenecek çok şey var.
her gün ayrı bir kültürel detay katıyor hayatıma. her saniyem değerli!!

29 Mart 2016 Salı

kim o?

o kadar çok şey oluyor ki, her yazmak istediğimi düşünüp düşünüp, yazacağımı hayal ede ede yazamıyorum.
çok ilginç zamanlardan geçiyoruz sevgili blog.
bu var olmakla olmamak arasında ince bir çizgi.
kim olduğunu bilmekle, yeniden yaratmak arasında koca bir duvar.
kendini keşfetmek bu.
sınırlarını yeniden çizmek.
sınırlarını yok etmek bu.
istediğin bir şeye ulaşıp her şeyi yolun ortasında bırakıp gitmek gibi bir şey.
öyle de karışık. öyle anlaşılmaz.
karmaşasında güzelliği.
kimse seni anlamazken, kimseye kendini anlatmamak gibi bir şey.
anlatma. keşfetmeye devam et.

16 Ocak 2016 Cumartesi

medianeras

Çevre psikoloji bakış açısıyla bir film analizi:

Dünyanın en büyük metropollerinden biri olan Buenos Aires'te, çarpık kentleşmenin etkisiyle yükselen büyüklü küçüklü apartmanlarda yaşayan Mariana ve Martin'i anlatıyor Medianeras. Martin evden neredeyse hiç çıkmadan hayatını kazanan, ihtiyaçlarını internet üzerinden verdiği siparişlerle karşılayan bir web tasarımcısı iken Mariana ise henüz hiçbir şey inşa etmemiş bir mimardır. Bu kalabalık metropollerde çağın getirdiği birçok hastalık ve çarpıklıklara rağmen benzer zevklere sahip ama bir türlü tanışma fırsatı bulamamış bir çiftin öyküsüdür bu.
Mariana ve Martin gerek şehrin onlara sundukları gerek de sahip oldukları alışkanlıkları yüzünden evden çok dışarı çıkmazlar. Sommer'a göre 'kişisel mekan' iki ana işleve sahiptir. Bunlar iletişim işlevi ve koruyucu işlevdir. Mekansal davranışın kişiyi stresten koruma işlevi bulunmaktadır. Filmde evden dışarı çıkmayan karakterler çok dışarı çıkmayarak kendilerini stresten koruduklarına inanmaktadır. Martin'in panik atak, melankoli, stres ve gerginlik gibi problemlere sahip oluşu dışarı çok çıkmayışı ile stres düzeyini azalttığını düşündürmektedir bize. Sürekli nükseden ciddi panik atakları yüzünden kendini eve kapatmıştır. Martin'in kişiliğinin de bu durumda etkili olduğunu söyleyebiiriz. Psikiyatristi onun şehir korkusunu yenmesi için şehri ve insanları yeniden keşfedebileceği bir strateji geliştirir. Gözlem yaparak, fotoğraf çekerek hem toplumun içinde var olup hem de görünmez olmayı başarabileceği bir strateji geliştirerek toplumsal durumun etkilerini de en aza indirebilmiştir. Üstelik Martin evinde yarattığı çalışma sahasında tamamiyle mahremiyetini en üst düzeyde tutabileceği internet aleminde, kendi siber uzayında yaşamının sürdürebilmektedir.
Buenos Aires'in dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olduğu düşünülürse binaların daha küçük binalara yer açmak için giderek küçülmesi şehirde bir kiracı kültürü yaratıyor. Evler oda sayısına göre giderek küçülüyor ve bu insanları ayakkabı kutusu diye tabir edilen evlerde, nefes almayan penceresiz ve karanlık, güneş görmeyen odalarda yaşamaya itiyor. Kalabalık ve yoğunluk yaşantısı özellikle metropol insanlarında fizyolojik ve sosyal davranış problemleri yaşattığı görülmüştür. Kalabalık ve yoğunluk yaşantısı durumsal koşullara göre değişiklik gösterebilir.
Ayrılıkların, boşanmaların, aile içi şiddetin, kablolu kanal sayısındaki patlamanın, iletişimdeki eksikliğin, umursamazlığın, uyuşukluğun, depresyonun, intiharların, asabiyetin, panik atakların, obezitenin, güvensizliğin, melankolinin ve hareketsiz yaşam tarzının mimar ve mühendislerin suçu olduğundan emin olduğunu düşünen Martin burada kullanıcının ihtiyaçlarına ve tasarım sürecindeki katkılarına olan duyarlılığın öneminden bahsediyor. Burada tasarlananın çevre oluşu ve bu tasarılardan bihaber insanlar yetişmemesi için bu düzeylerin artırılması gerekmekte bu çevresel kalite göstergelerini kurma modeli uygun bir başlama noktası olarak kullanılabilir.
Mariana mimarlık mesleğini henüz yapmadığı için vitrin düzenleme işi yapıyor. Marksist dünya görüşü açısından vitrinin üretimi yoluyla kendini yeniden üretiyor, gücünü ve potansiyelini bu biçimde gerçekleştiriyor. insan süreki olarak kendini üretir ve kadın vitrin düzenlemesine 'kendileme' yaparak kendini üretiyor ve bunu Vitrinleri ne içeride ne de dışarıda olduklarından kaybolmuş yerler olarak görüyor. Onun bir parçasını yansıttığını düşünüyor. Aynı zamanda hazırlayanın kim olduğunun bilinmemesi onu rahatlasa da birileri bakmak için durduğunda, onunla ilgilenmişler gibi hissediyor. Kadın mekanda değil, mekanın anlamında ve mekanla kurduğu ilişkide kendileme yapıyor. Kadının kendileme yapma ihtiyacı, kendini soyutlayabilmesi kendileme sürecinde ben ve diğerleri arasındaki sınırın varlığına duyulan ihtiyacın, temel motivasyon kaynağı olduğundandır. Mariana anonim kalarak kişisel mekanına ve mahremine kimin ne kadar yakınlaşabileceğine karar verebilmiştir.
Mariana 4 yıl boyunca yaptığı tüm desteklere rağmen sağlam bir ilişki kuramıyor ve ilişki çöküyor. 4 yılın ardından gelen ayrılık onu depresyona sürüklese de ilk defa başka biriyle bir randevuya çıkıyor. Geldikleri restaurant 20. katta ve Mariana'nın klostrofobisi olduğundan asansöre binemiyor. Normalde yaşadığı 8. kattan dışarı çıkmak için günde 3 kez düşünüyor ve adamı kırmamak için şehri yukardan da görmek istediğini söyleyip merdivenle çıkmaya başlarlar. Mariana'nın mekanlar ile kurduğu ilişki ve insan ilişkilerindeki benzerlik kişiliğinin etkisini ortaya koyuyor. Mariana fobisinden önce gökdelenlere tur düzenler ve asansörlerde hiç sorun yaşamazmış. Bir defasında evde vitrin düzenleme işi için kullandığı heykellerden biriyle sevişip, sabah yanlış düşüncelere kapılma, yaptığımız sadece seksti diyor. Bu durum insan eşya ilişkisini gösteren güzel bir örnek.
Mariana ve Martin'in benzer mekansal imajlarına göre nehrini sırtını dönen bir şehirden hiçbir şey beklenmez. Şehrin zihinsel temsillerinde gökyüzü kablolara dolu, nehre sırtını dönmüş bir yer olarak görüyorlar. Gökyüzünün ve nehrin özgürlüğün bir temsili olmasına rağmen, şehrin merkezileştiği yerin nehirden çok uzakta oluşu ve gökyüzünü görmeyi engelleyen gökdelenlerle yükselen şehir aynı zamanda iletişim kurmayı kolaylaştırması beklenen ancak iletişimi zorlaştıran teknoloji insanların bir araya gelmesini zorlaştırıyor.
Martin 7 yıl önce kız arkadaşı bir süreliğine çıktığı seyahatten dönmeyince onun köpeği ile kalmış. Onu havaalanında yolculuğuna uğurlarken uçağa binme korkusunu yendiği sembolik taşı kız arkadaşına veriyor. Sevdiği kadının dönmeyişi üzerine sevdiği kadını ve uçma yeteneğini kaybettiğini söylüyor. Bu düşüncede Martin'in eşya ile olan ilişkisi net olarak işlenmiştir. Bir nesneye uçma yeteneğinin sebebini atfetmiştir.
Mariana'nın en sevdiği kitap olan Wally nerede? kitabın kahramanını çeşitli görsellerde bulma şeklinde oynanan bir oyun. Çocukluğundan beri sadece bir bulmacayı çözememiş ve bu oyun onun için varoluşsal bir hal alan kalabalık korkusunun kaynağı. Milyonlar içinde kaybolan tek kişinin o olduğunu bilmesinin korkusunu çarpıcı bir biçimde temsil ediyor. Film garip tesadüflere de dayandığı için Martin aslında Wally rolündeki kayıp adam ve Mariana bir gün çözemediği bulmacayı çözdüğünde Martin'i de buluyor gerçek hayatta. Bir gece Mariana ilk kez bir chat sayfasına girdiğinde Martin ile yazışmaya başlar. Martin bu konuda uzmanlaştığından taktikler verirken, konuşmaya gece boyu devam ederler ve sonunda Martin telefon numarasını yazarken tüm şehirde elektrikler kesilir. İkili eş zamanlarda aynı markete birbirleri olduklarını bilmeden mum almaya inerler ve yine karşılaşırlar ancak birbirlerini tanımazlar. Elektrik gibi çevre düzenlemesinde en etkili parçalardan birisi gündelik hayatımızda en büyük belirleyici karar mekanizmalarından birisi. Aşk tesadüfleri sever ve koşullarımız çevreden asla bağımsız değildir. :)
Filmde genel olarak mimari yapının bireyler üzerindeki etkileri, şehir planlama normlarının hayatımızda sebep olduğu problemler, evin içi ve dışında bizi biz yapan çevresel durumlar, kişiliğimizi tamamiyle etkileyen insan mekan ilişkilerini anlatan bir komedi-dram aşk öyküsü.

12 Ocak 2016 Salı

her gitmek bir kaçıştı çünkü, vazgeçişti benim için.
acilen kaçmam lazım!
hayatta bir şeylere önem verdiğimde çok daha gençtim.
önem verdiğim şeylerden vazgeçmem gerektiğinde biraz daha büyüdüğümü hissettim. ve daha da olgunlaştığımı fark ettiğim şu yakın zamanda vazgeçebilmenin, yer değiştirebilmenin önemini anladım.
bazı seyahatlerde veya yeni tanıştığım insanlarla yaşadığım deneyimlerde öyle güzel şeyler keşfettim ki en umutsuz anlarımda kendime sorduğum birçok cevabını bulması zor sorunun cevabını bulmama sebep oldu. umutsuz anlardan kastım çoğunlukla depresif dönemler elbet. yaş dönemimin ve belki karakterimin getirdiği zorlu sorular beni hayatta tutunacak bir dalım olmadığına inandırıyor, çoğunlukla da yaşamın amaçsız olduğu sonucunu bulduruyordu.
hayır, hepimizin tutunacak bir dalı var.
hayır, hayat amaçsız değil.
evet, siz değerlisiniz.
ve evet yola çıkma arzusu, yolda olmak ve bunun için çabalamak ne kadar değerli olduğumuzu hatırlatıyor bize. bitmesi gereken şeyleri sonlandırmayı ve artık akışına bırakmayı denediğimizde özgürlüğümüze yeniden kavuşuyoruz. özgürlük en yüce arayışımız oldu benliğimize. özgürlük yola çıkmaktı, yolda olanla tanışmaktı. kendini bulmaktı, senelerdir aynı sokaklarda görmediklerini görmeni sağlatandaydı özgürlük. ve yeni sokaklarda kaybolmaktı.
karanlık odalarımıza saklandığımızda kaçırdığımız bambaşka bir dünya var dışarda, çok yakında. birkaç adım, birkaç merhaba ile keşfedecek onlarca şey var.
zaten ruhumuz göçebe, sıradan hayatlarımızda uzun süre sabit kalamayacak insanlarız. asıl kaçtığımız bu sıradanlık ve bulmaya çalıştığımız kendimiziz bu yolculuklarda.
yollar çünkü yollar sıradan değil, tam da ihtiyacımız olduğu gibi! ben gittiğim yerleri çok severim, ruhum göçebedir zaten. bedenimi de fırsat buldukça göçe zorladım şunca zaman. değişen evler, gidilen ülkeler, şehirler ve kasabalarda hep kendimden bir şeyler buldum. insanlık dediğimiz kavramı tanıdım. evrensellik nasıl bir şey, birbirimize o kadar benzerken nasıl da farklı dünyalarımız var onu gördüm. alışkanlıklarımı anlattım insanlara, onların alışkanlıklarına da aşinalıkla tanık oldum. daha çok tanık olayım, daha çok tanıyayım istedim hep. istediğim yaşanabilecek binlerce anıdan başka bir şey değildi. peşinde koşmazsan bunları satmıyorlar.

4 Ocak 2016 Pazartesi

yeni yıl yeni yıl yeni yıl
selam olsun böyle huzurlu bir keyifle başlayan yeni yıl gecelerine :)
rakı-meze sofralarında ağlamayacak kadar güçlenip, kadehlerin bizi neşelendirdiği bir yıl geçirmiş olduk. dolu dolu bir yıl. bazı seyahatlerde veya yeni tanıştığım insanlarla yaşadığım deneyimlerde öyle güzel şeyler keşfettim ki en umutsuz anlarımda kendime sorduğum birçok cevabını bulması zor soruların cevabını bulmama sebep oldu. umutsuz anlardan kastım çoğunlukla depresif dönemler elbet. yaş dönemimin ve belki karakterimin getirdiği zorlu sorular beni hayatta tutunacak bir dalım olmadığına inandırıyor, çoğunlukla da yaşamın amaçsız olduğu sonucunu bulduruyordu.
hayır, hepimizin tutunacak bir dalı var.
hayır, hayat amaçsız değil.
evet, siz değerlisiniz.

evet hepimiz değerliyiz! zamanında size kendinizi işe yaramaz hissettirmiş insanlar oldu, böyle insanlar kalıcı olamaz hayatınızda. geçen yıl bize bunu öğretti aynı zamanda. hayatı yeniden birileriyle sevmeyi ve keşfetmeyi öğrendiniz ancak artık öğrendiğiniz bir şey daha var ki iyi kötü ilişkiler tecrübe ederek hayattan bezebilir, bir savaşçı olarak yeniden doğabilirsiniz :)

bitmesi gereken şeyleri sonlandırmayı ve artık akışına bırakmayı denediğimizde özgürlüğümüze yeniden kavuşuyoruz. özgürlük en yüce arayışımız oldu benliğimize. özgürlük yola çıkmaktı, yolda olanla tanışmaktı. kendini bulmaktı, senelerdir aynı sokaklarda görmediklerini görmeni sağlatandaydı özgürlük.

karanlık odalarımıza saklandığımızda kaçırdığımız bambaşka bir dünya var dışarda, çok yakında. birkaç adım, birkaç merhaba ile keşfedecek onlarca şey var.

aslında neler olduğunu daha çok yazmak istiyor zihnim. karanlık odadan çıkmayı bekleyen onlarca şey oldu, biraz zaman, biraz sabır... bu loş odada, mumların ışığında huzurdan mest oluyor insan.
her şey yakında! ilişkiler, kişiler, olaylar, insanlar, yabancılar, yabancılaşanlar, mesafeler! yakında..

1 Ocak 2016 Cuma

http://www.nytimes.com/2015/01/11/fashion/no-37-big-wedding-or-small.html