30 Kasım 2012 Cuma

şiddet; kaba güç, duygu ve davranışta aşırılık olarak tanımlanıyor TDK sözlüğünde. Ve evet. şiddet hayatımızın ve toplumumuzun içinde çok fazla yer kapladığı gerekçesiyle incelenmesi gereken bir konu. en çok bilineni (görüneni) olan fiziksel şiddetin yanında daha birçok şiddet var aslında, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet öne çıkan başlıklar.. şiddetin bu kadar yaygın olmasında, şiddeti uygulayan tarafın belirgin bir cinsiyet üzerinde yoğunlaşmasında toplumun rolü çok büyük. erkek şiddet uyguluyor ama neden uyguluyor? toplumsal cinsiyet dediğimiz, toplumun cinsiyetlere biçtiği roller ki aslında her şey burada düğümleniyor. bu rollerin atasözlerine yansıyışı da aslında bayağı trajikomik. ataerkil bir toplumun getirdiği belli, kadına yönelik kadının çalışma hayatında yer edinmemesini isteyen, sadece baba ve koca tarafından himaye altına alınacak muhtaç bir varlık olarak gösteren, sürekli doğurması ve dayağın eksik edilmemesi gerekliliğini savunan bir görüş. eşitliğin ve hakların kazanılması için uzun yıllar geçmiş bu ülkede, 90lı yıllarda üniversitede işe başlamak için kocasından izin alması gerektiğinden bahsediyor, şimdi böyle şeylere gerek kalmadı tabi verilen mücadeleler sonrasında. ancak değişmiyor düşünceler, kız çocuğunun dizini kırıp oturması, oğlan çocuğunun gücü temsil etmesi bekleniyor. bunları aşmak için farkındalığın uyandırılması gerekiyor. farkındalığın geliştiği toplumlarda kadın sığınma evlerinden de bahsediliyor şiddet konusunun devamında, çünkü şiddet gören kadınların kaçıp sığınabileceği bir yerlere ihtiyaçları var. Türkiye'de mor çatı sığınma derneği bu hareketin öncülerinden. yurt dışında bu uygulama geniş çapta kadınları içeriyor. lezbiyen ve transeksüel olup şiddet gören kadınlar, hamile olup şiddet gören kadınlar ve daha nicesi için sığınma evleri mevcut. etrafınızda şiddet gören biri varsa, alo 183 sosyal hizmetler hattını arayarak yardım talep edebilirsiniz.

11 Kasım 2012 Pazar

eksik bir şey mi var? yo dostum yoo. bu fotoğrafta bir kafadan çok daha fazla şey eksik.. belki eksik hatta yarım kalan bir çocukluk. çocukların birbirlerine söyledikleri sözlerin yıllar sonralara etkileri. hatta öyle olmadığı halde sana dayatılan düşüncelerin, sırf onlar haklı çıksın diye öyle'ye dönüşmesi.. bi de sarının her tonunun daha da bir iğrençleşmesi durumu var ki.. anca civciler sevimli hala getirebilir onu sadece. yoksa bildiğin bok rengi, bok hep kötüyü temsil eder, kötü kokar.. bok var da sen yoksun gibi bişiler. sarıdan hep nefret ettim bu merasim kıyafetlerinin yakışıksızlığı yüzünden!! 0-2 yaşın tüm kişilik üzerindeki etkilerini öğrendikten sonra, şimdi niye bu kadar çok ağladığımı daha iyi anlıyorum.
ağustos 2012'den. zor olmazdı aslında başkalarını anlamak, hırslar açlık savaş icatlar gitmeler olmasaydı. yollar var bizi korumaktan uzakta, birbirimizden uzaklaştıran. her bir kilometrede dünyanın boşluğunu anlamaya yarayan.. hız ibresindeki her artışın anlayıştan çalıp heyecana veren heyecandan dünyayı unutturan. ütopik dünyalara götüren. insanların ütopyaları var, kimisi sesini fazlaca duyurabiliyor.. okuyoruz izliyoruz çoğu eleştiriyorlar, korkutuyorlar, gülümsetip -anı durdurup ben nerde napıyorum sorularını sordurtuyolar- şaşırtıyorlar, imrendiriyolar -eksik bir şey var yanılgısını hayatımza sokup bizi mutsuz ediyorlar. ideal insan tipini kafamıza sokup öyle olamadıkça hayatlarımızı yanlış yerlere sürüklüyorlar.

4 Kasım 2012 Pazar

O kadar iyi geldin ki Paramahamsa, herkese iyi gel istedim. diye söze başlayan kuzenimden (ç)alıntı bir yazıdır. bilgilerinize. ben çok etkilendim. Dünyevi düzeyde genel insan bencilce sevdiği için sadece bir kişiyi seçip sevmeye çalışır. Bir de ruh eşi hikayesi var; o hikayeye inananlar ruh eşi arar. İnsan birini bulup onu sevmek ve sadece onunla olmak ve o şekilde mutlu olmak için çabalayarak aslında sevgisini kısıtlıyor. Sınırlar içine sokuyor ve çoğu zaman da hayal kırıklığına uğruyor. O yüzden bir süre sonra Anahata Çakra merkezinizde sevgi potansiyeliniz yükselince o kalıp kaybolacak; o bir kalıp, günümüzün kalıbı. Günümüzün insanı şöyle der, "Bana uyan, beni sevebilen, beni anlayabilen ve onunla mutlu olabileceğim bir ruh eşi arıyorum. Neredesin?" (gülüşmeler). "Buradayım" bir eko geliyor. Bu eko kişinin zihninden geliyor ama kişi oraya gidiyor. Arayışlar devam ediyor. Aslında "Buradayım" diyen kişinin zihnidir çünkü kişi zihninde bir sevgili ideali oluşturmuş ve karşısındaki kişiyi bu idealin kalıbına sokmaya çalışıyor. Kişi aslında karşısındakini sevmiyor zihnindeki ideali seviyor ve karşısındaki insanı OLMADIĞI BİR ŞEY OLMAYA ZORLUYOR. Güya sevdiği insanı zihnindeki kalıba uydurmaya ve DEĞİŞTİRMEYE çalışıyor ama olmuyor. Sonuç olarak hayal kırıklığına uğruyor ve "Sen sevdiğim kişi değilmişsin" diyor. Ama zaten onu hiçbir zaman sevmiyor o zihindeki kalıbı seviyor; bunun FARKINDA bile değil. Sonra ekonun peşinden giderek başka birini buluyor ve tekrar hayal kırıklığına uğruyor, "Bu da o değilmiş. Tuh!" (gülüşmeler) ve aramaya devam ediyor. Bu aramalara internetteki arama motorları da yardımcı oluyor (kahkahalar). Kişi "Neredesin?" diye haykırıyor, sonra oradan başka birisi çıkıyor o da olmuyor, sonra öteki. Bazen insanlar on kere evleniyor ve boşanıyorlar. Aynı şeyler tekrar oluyor. Çünkü değişen bir şey yok. Benzer benzeri çekiyor ve aynı tarzda kişiler karşısına çıkıyor; aynı şeyler yaşanıyor. Bu karmik bir olay ve kişide sevgiyle ilgili bir kalıp oluşuyor. O kalıbın ötesine geçmek gerekiyor; Orijinal Yoga Sistemi'nde o kalıplar kırılıyor ve özgürleşiyorsunuz. Artık bir kişiyi aramıyorsunuz. Sevginizi özgürce paylaşıyorsunuz. Birçok insanı, evreni sevmeye başlıyorsunuz. Sevginiz evrenselleşiyor. Sadece sevmek size yetiyor. Siz tatmin olunca sizi sevseler de sevmeseler de siz mutlusunuzdur. O arada özel bir ilişki de olabilir. Ama o özel ilişkide bir sınırlama olmuyor. Bir sahiplenme olmuyor. Ego eriyince, egodan özgürleşince sevdiğiniz insanı sahiplenmeye veya köleleştirmeye çalışmıyorsunuz. "Sen benimsin. Ne yapıyordun? Şu saatte neredeydin?" diye sormuyorsunuz. Sürekli arayıp "Neredesin? Kiminle konuştun? Kiminle yemek yedin?" diye sormak, telefonu kontrol etmek, kim aramış (gülüşmeler), kim mesaj göndermiş... Kontrol etmek sahiplenmenin sonucudur, bu bir ego tezahürüdür. Bu aslında bir sevgi değil, bir çile (gülüşmeler). Her iki taraf için de bir çile. Yani kişi sevemiyor yani sevgisini ifade edemiyor. Çünkü zihinsel kalıpları ve sahiplenme yüzünden aslında sevgisini yok ediyor. Sevgi tamamen bedensel bir ifade haline geliyor ve görüyoruz ki o sevgi eğer varsa bile ölmeye başlıyor, sönüyor. Tadı kaçıyor. Tatsızlaşıyor ve kişi "Gitsin artık, nedir bu?! Bitsin bu çile!" (gülüşmeler) demeye başlıyor. KOŞULLU SEVGİ Koşullu sevgi budur. Sahiplenme budur: "Sen benimsin ve her şey benim dediğim gibi olacak." Kıskançlık ve bununla ilgili bütün olumsuz duygular yüzünden kişi kendi sevgisini yok ediyor. Başlangıçta eğer sevgi varsa bile o da kayboluyor. Ama bilinç evrensel düzeye yükselince ve Anahata Çakra merkezindeki blokajlar çözülünce, siz serbestçe sevince sahiplenme kayboluyor. Siz sadece sevgiyi vermekle ilgileniyorsunuz, almakla ilgilenmiyorsunuz. O kişi ne yapacak, kiminle konuşacak, kiminle mesajlaşacak, nereye gidecek sizi ilgilendirmiyor. Siz sadece sevginizi aktarıyorsunuz. O kişi sizin yanınızda olmak isterse iyi, istemezse de iyi. Başka yere gitmek isterse iyi, başka birini sevmek isterse de iyi. Mutlusunuz çünkü bencilliğin sınırlarını aşmış oluyorsunuz. Bir insanı koşulsuz sevince ona güveniyorsunuz çünkü güvenmediğinizde kendinize acı çektiriyorsunuz. Ayrıca sevdiğiniz kişiye güvenmeyerek onu başka birsiini sevmekten vazgeçiremezsiniz. Tam teri sevdiğiniz kişiye güvenmeyerek, kıskanarak ve sürekli sorgulayarak, baskı yaparak siz onun başka birisini sevmesi için zemin hazırlıyorsunuz. Çünkü aslında sevdiğiniz kişiyi kıskanarak ve sürekli takip ederek siz o kişiye başka birisiyle beraber olma fikrini aşılıyorsunuz ve sonunda korktuğunuz şey başınıza geliyor. Bu yüzden aydınlanmış insan kimseyi kıskanmaz ve köleleştirmeye çalışmaz. Özgürce sever ve o zaman en çok sevilir. Paramahamsa Yogaçarya Maha Yogi Akif MANAF

1 Kasım 2012 Perşembe

toplama

4 işlem olan değil tabi ki, toplayıcılık işini çok seven yeni bir nesil var aslında şu günlerde, hatıraları olan şeyleri(biletleri, davetiyeleri, içilmiş nargile sipsilerini, beraber karalanmış kağıtları) saklayan, kutulayan, sandıklara hapseden kadınlar türedi. cinsiyet vurgusunu özellikle yapmak gerekiyor çünkü bu işin sebeplerine inmeye kalkarsak ortaya evrimsel bir sonuç çıkıyor. eski çağlarda erkekler avcılıkla uğraşırken kadınlar toplama ve saklama işiyle uğraşıyordu fiziklerinin onlara izin verdiği ölçüde.. yani demem o ki tüylerimizin ürpermesi evrimden kalma bir hataysa bu biriktirme işi hatanın allahıdır. çöplüğe dönüyor odalar, beyinler, kalpler..