29 Nisan 2012 Pazar

mutlu olmak ya da olmamak

27.04.2012 psikoloji seminerleri part 2 psikolog aydan taşçı mutlu olmak elimizde.mutlu olmak aslında yarı yarıya elimizde çünkü %50 genler %10 sosyal şartlar(elimizde olmadan doğduğumuz çevre vs) %40 da bizim çabalarımızla oluşanlar. öncelikle bir mutluluk seviyesiyle doğuyoruz. mutluluğun uzaklaşıp yakınlaştığımız bir denge noktası var. Hedonik adaptasyon dediğimiz fizyolojik ve duyusal olarak var olan ve alışma süreci. insan her şeye alışıyor. olumlu ve olumsuz yanları da var tabi kii. ilk başta mutlu eden ama etkileri kısa süren her şey aslında doyumsuz olmaya itiyor. kötü yanı: memnuniyeti yok etmesi, iyi yanı ise her şeye alıştırdığından ve biz insanoğlunun başına da her türlü şey gelebileceğinden kötü giden şeylere de alışmayı sağlaması. mutlu olmak için 1) fazla düşünmekten ve sosyal kıyaslardan kaçının 2) vücudunuzla ilgilenin, egzersiz yapın! 3) affetmeyi öğrenin 4) yazın, kağıda boşaltmak (araştırmalarda 2 grup arasında yazmayanların daha zor iyileştikleri) 5) iyilik yapın (içten geldiği gibi, abartmadan) 6) hedeflere odaklanın 7) minnettarlığı geliştirmek 8) sosyal ilişkiler kurmak 9) yaşamın tadını çıkarmak( aslında bunu yıllar yıllar önce carpe diem diyen ve bunu hayat felsefesi haline getirmiş adamlar bulmuş da ona başka bir yerde değiniriz) sosyal kıyaslamalar dediği kısım atalarımızın yıllar önce çözdüğü komşunun çimleri daha yeşildir, onun tavuğu daha besilidir meselesi. yetinmeyi ve şükretmeyi öğrendikten sonra bu karşılaştırmalardan sakınmak bizi mutlu etmeye yetecektir gibi görünüyor. benim şartlarım niye böyle sorusu görüldüğü gibi bizi mutlu etmiyor. en iyi gelen de YAZMAK.kağıt.blog.bunlar hoş şeyler.

asmaaltı gypsy

kaçıp saklanmak sadece saklambaçta yapamadığımız bir şey. saklambaçta da hep beni unuturlar korkusuyla saklanamadığı yerler.. seni yerler diye giremediğin sokaklar, gidemediğin ve gidemeyeceğin onca yol. kapaklandığın yerler.. alkolden.çok alkolden kustuğun yerler.o kadın, neler düşünürdün onun hakkında.bu kadın mı bunu diyen?benim diyen? nereye gitti özgüven rakı kadehlerine sakladığından mı böyle oldu? mezeler mi yoksa çerezler mi? eski samimiyetini kaybetmiş bakışlar, artık inanılmak istenmeyen yalanlar, çabuk geçen aylar.onca ayda hayatın bizden götürdükleri ve bize sundukları. ben demekten vazgeçmeyi öğrenemeyen bir ben. yalnızlığın değişen tanımları. yalnızlık artık kimsesizlik değil sanki bence. yalın olmam artık mümkün görünmüyor. yalnızlık değişken, ve hep yanında olmasını istediğin için olcaklarını sandığın birkaç insan dışında hayatında olanlara göre kendini sandığın dilim. dilimi eşşek arısı sokaydı da.. herneyse.günün birinde okuncaklara karşı önlem almak hatta sansür uygulamak lazım. sansürde vakit problemi var.aklına ne geliyorsa, bu blogun şekillenen amacına yönelik oluşan eleştiri mi denir anlatım mı denir aksıyor.samimiyetsiz hareketlerden, herkesten uzak durduğum halde uzakta kalamadığın birkaç insan var ki birisi benim birtakım korkaklıklarım yüzünden yaptığım son hatadan sonra aramızın eskisi gibi olmadığını, o seviyeye gelmek için asla uğraşmayacağını ve uğraşmadığını söyleyen pek kıymetli bir insan var. şimdi anlamadığım nokta, seviye değişken bir şey mi ki oynatıyoruz,neden sevdiğimiz insanlara daha çok affetmemeyi deniyoruz. ne kadar daha affetmem'i deniyoruz. ben hata yaptım bol bol bu sene.sene dediğimiz eylülden beri. düzelmeye çalışıyorum işte. düzeltmeye çalıştıklarında ters tepiyor çünkü ben gelemiyorum arkadaş sen niye böylesin sorularına.biraz kendimle başbaşa kalamamak, blogla ilgilenememek, gezememek beni yoruyor bildiğin.nebleyim.aşk güzel şey yine de.

25 Nisan 2012 Çarşamba

nerelerde kaldık, nerelere geldik hiç de bilinmese de doğru olmadığını bildiğin ama heyecanlı gelen hayatlarda kaybolmak lazım bazen. çünkü yıllardır aradıkları, huzurlu, güven dolu, belki de tam istedikleri gibi ilişkiler bende vücut buldu. şikayet edemiyorum çünkü çok mutluyum. her şey neredeyse olması gerektiği gibi. neredeyse nerede insanlar. bazı insanları özlediğim gerçeği de gerçeğe iyice dönüştü. insanlardan çok yerler, yemekler, ağaçlar bile denilebilir. yemeği yapanın insan olması beni sadece söylemimi değiştirmeye itiyor. söylemler, yaşanılanlardan ibaret. yaşanılanlar sıradan geliyor. aşkı yaşayabilirsin ama derin aşkı yaşamak

24 Nisan 2012 Salı

bu kız çocuğunun kafası hep karışık, bu kız çocuğunun hormonları hep aklını dövüyor, ele geçiriyor. hormonlar can sıkıyor.gerçekler de can sıkar bunu unutma. hormonlar gerçek mi? bu kız çocuğu hep ağlıyor. bu kız çocuğu kocaman bir yüreğe sahip olduğu küçük bir adamı çok seviyor. bu ağlamalar nasıl geçecek bilmiyor. zaten hiçbir şey değişmeyecek.asla o mükemmel mutluluğu tadamayacağız. en leziz tadı tadamayacağız. başarı bizi hiçbir yere götürmeyecek. o şarabı doğru insanla paylaşamayacaksın.yaraların iyileşmeyecek. hazın doruklarına ulaşmak? insanların senin hakkındaki düşünceleri asla istediğin yönlerde olmayacak, doğru arkadaşlar.keyifli zamanlar, vazgeçilmez anlar.vazgeçilmez kimseler.istediklerin.isteyebileceklerin.hiçbirini alamayacaksın.sakinliği yaşarken bile huzurunu 3 cümle belki kelime kaçırmaya yetecek.çünkü hepsi sahte.sen mutluluk ne öğrenemeyeceksin.mutlu olmaman için herkes savaşıyor.uğraşıyorlar.başka şeylerle uğraşsalar.. sen, sen olmazsın. sen ben olsan hep daha iyilerini yaparsın.sadece arsızlığı bırak.

20 Nisan 2012 Cuma

kadın ve nefret suçları

19.04.12
sosyal psikoloji dalında profesör melek göregenli'nin yer aldığı panelde konuşulan konuydu nefret.
nefret en insani duygulardan belki. ben nefret eden hayvan görmedim diyebiliriz bile.panelde sözü geçen nefret suçları, henüz yasalarımızda yer almayıp dünyada da birçok yerde, amerikada da birtakım eyaletlerde suç kapsamındayken bazısında kapsam dışında imiş. nefret  suçlarına gelirsek: birbiriyle ilişkisi olmayan grup ya da kişilere sırf statüsünden dolayı, kadın olduğu,kürt, roman, alevi, eşcinsel, transseksüel, engelli olduğu için kim olduğunu bilmeden zarar verme, baskı uygulama, kurduğu mesafeler üzerinden güttüğü siyasette işlediği suçlara verilen isim. dediğim gibi henüz hukuk kapsamında yer almıyor olması ve bilinçlendirme eksiklikleri yüzünden insanlar hala sadece insan olmayı beceremiyorlar. farklılığı savunmak adına biyerlere getirilen kadınları ayrımcılıkla suçlayıp  tacize devam ediyorlar. kadın olmanın fiziki zorlukları bir yana, yaradılıştan gelen manevi zorlukları, toplumun işleyişinden ve ataerkil denilen bir kesimin dayatmalarıyla  güçsüz kalmaya mahkum edilmiş kadının sorumlulukları ve yaşayışı ister istemez daha çok ilgi  ve hak arayışına götürüyor. çünkü kadın olmak her alanda var olabilme gücünü göstermiş yaratıkların hayal gücünün sınırsızlığını da temsil ediyor aynı zamanda. doğurganlığındaki mucizeden başlayan yolculuk nefretle işkenceyle dayak ve ölümle son bulmamalı!

18 Nisan 2012 Çarşamba

Dönüşüm - Franz Kafka

Dönüşüm, eski çevirilerindeki ismiyle değişim, orijinal ismiyle metamorfoz ya da almancasıyla die wenvandlung, Gregor Samsa isimli pazarlamacının işe yetişmek için gidecek treni kaçırmama hayalleriyle uyanmaya çalışması, ancak o sıralarda böceğe dönüştüğünü fark etmesiyle 'değişen' kısa ömrünü anlatıyor. aynı zamanda içerdiği simgelerle modern hayata da aile yapısına da büyük bir eleştiri niteliğinde. dönüşümü tamamlayan gregor'u kabullenemeyen ailesi, gregorun kendini soyutlaması yani saklanması köşe bucak, aslında evi geçindirenin gregor olması ve artık bir işlevinin olmayışı onu kitapta 10-15 satırda öldürmeye yetiyor açlıktan.

dediklerine göre kapitalizmin insanları nası yalnızlaştırdığı ve insanoğlunun uyandığı anda düşündüğü tek şeyin geç kalmak olduğu, ne olduğu kim olduğunun umrumda bile olmadığı.kolay değil böceğe dönüştürülmek, kapana kıstırılmak. böcek muamelesi gösteren kapitalist ebeveynlere de topluma da yazıklar olsun.

*not: babasının üzerine atmaya çalıştığı elmalar adem'in yasak elmasını veya bilgeliği temsil ettiği söylenir.söylentidir.

şirincedeki rum teyze

17.04.12 de şirinceye gitmek gibi bir güzelliğe dahil oldum. aslında normal şartlarda tercih edilebilir bir insan olmadığım gerçeğini bir kenarı bırakıp, bir şekilde orada olduğum gerçeği değişmiyor. aslında orhan bana demişti ki üniversite yıllarında nereye gittiğinden çok kiminle gittiğin önemlidir. o yüzden çok fazla zorlama kendini, doğru insanlar bulup onlarla takılmaya çalış. ben biraz karşıyım bu kanıya çünkü o insanlarla takılmak için çok fazla vaktim varmış gibi geliyor.yanıldığımı bilmeme rağmen birtakım değişik yerler görmek kendimi iyi hissetmeme sebep olduğu gibi bana çok şey katıyor. şirince'nin mimarisi yeşilliği rumları makedonlarını öğrendim mesela dün. papatya taç satan teyzenin tacı takarken okuduğu dua bile gülümsetmeye yetti beni, çok mutlu olduğumu belirtemesem de içimin huzur dolduğu her an gerçekten mutluyum. bir yerde bir eksiklik ya da hatanın olduğunun da farkındayım aslında. iletişim kopukluğu meselesi de bu yüzden. ama eksik olan o yolda başımı yaslayabileceğim ya da sımsıkı sarılabileceğim insanlardı. insanlar o seviyeye kolay gelmiyor ve gelenler de zaten uzakta. uzaklar niye varsa?

frida.

her ressam bir boy aynası barındırmalı evinde kendini çizmek için:)
sana tapıyorum. -frida kahlo (meksika)
bunlar acı dolu ama aynı zamanda aşk dolu yaşlanmayan bir kalbin son cümleleri. kendisi gibi ressam kocası Diego Rivera için yazdığı bu satırlar kanıyla, acılarıyla birlikte yazılmıştır. çünkü frida artık frida olmadığını hissetmekte ve Diego tarafından birçok kereler aldatıldığını bilmesine ve buna göz yummasına rağmen bir de kızkardeşiyle aldatılınca çok öfkelenmiştir.
fridanın hayatı, lisede geçirdiği bir tramvay kazasında büyük ameliyatlara girmesine sebep vericek şekilde değişmiştir öncelikle. aldatıldıktan sonra Diegonun geldiği bir aşk köprüsüyle bağlı olduklarını söyledikleri o ayrı evin hemen üst kattaki pencereye diegoya tramvay kazasından daha kötü bir şey varsa başıma gelen o da sensin demişliği de vardır. o ev de evli olmalarına rağmen 2 farklı birey olduklarını 2 farklı ressam olduklarını hatırlatmak adına var, belki de sosyalist Diegonun nü mankenleriyle ilişkilerini daha az görmek için Frida böyle bir şey istedi, kimbilir. sosyalist Diegoyla evliliklerinin ilk yıllarında abd'ye gidip orada iyi işler yapmaları ancak bir zenginin duvarına stalin portresi, sanatına siyaset katması sorun olunca başka ülkelere de yer veriyorlar hayatlarında iyi bir ressam olmaya çalışan aslında bu harika kadın resimlerini dönemin michalongelosu olarak bilinen kocasına göstermek isterken ondan daha iyiye dönüşmesiyle devam ediyor. hayatı kazadan sonra geçirdiği ameliyatlarla geçerken bir yandan ayrıldığı kocasının rus devrimine önderlik eden Lev troçki'nin güvenlik için onun evine yerleşmesi ve tonton karısına rağmen aralarında yaşadıkları ilişki, lev amcanın karısına sadakati sayesinde uzun sürmez. zevkleri uğruna onu seven kadını bırakmamak Diegonun yapamadığı bir şey oysa ki. alman bir yahudi olan babasının yanına döner bir süreliğine frida annesinin ölümüyle. evde portresini çizmediği tek insan babasını da çizer. kangren olan ayağının kesilmesiyle aynı sürece denk gelen tekrar evlenme sürecinde sanatının doruklarında ve ait olduğu ülke meksikada bir sergi açmayı başarabilen ancak doktur yasaklarıyla yataktan kalkmaması söylenen Frida, çılgın kadın, yatağıyla beraber sergisini ziyaret eder. yıllar sonra, resim çizerken son nefesini verdiği bedeni kendi isteği üzerine yakılmıştır. böyleleri de göçüp gidiyor işte. iyi ki de geliyorlar hayatlarımıza..

15 Nisan 2012 Pazar

yakındadeğiştirecekler beni

ben mi seçtim ki bu oyunu?
annemleri de ben seçmedim diye ağlardım.onlar da bizi seçemediği için kimse kimseyi alıp satamıyor, atsan atılmaz, satsan satılmaz dedikleri. onların beni dönüştürdükleri canavar.. bir erkek fatma. ağlamaları dışında aslında gayet güçlü. oyuncak sıkıntısından ağlamayı oyuncak haline getirmiş şu ara..
ne biçim sıkıntıdasın be kadın? kadın olmayı bile başaramıyorsun ki insanlar sana laf edebiliyorlar. kadınlığın sadece ağda alışveriş ve güçsüzlük olduğuna inandırdıkları ben mi kadınlık yapıp hemcinslerine yaklaşsın.sanki boğuluyorum nil'in dediği gibi.olmayan aşklarda havuzlar problem oluyor.kızlar havuz kenarında açılır saçılır. güç mü dedi biri? çaresiz, sürekli yardıma ihtiyaç duyaydım..nefes alamazdım herhalde hiç.hoş.şimdi bile zar zor alırken nefesleri   2 adım nefes alıp 3.adımda vermeyi öğreniyorum.enerji kaybetmemek için dağcılık  klübünde öğrendiğim birtakım taktikler. dağcılık kulübünde başkasının adımını takip etmek, başkaları için de adımını takip etmeleri için belirli izler bırakmak gerekiyor. hem kendini hem başkasını düşünüyorsun ve ister istemez bir ders veriyor bu da sana. ders almak istediğin heryerde  dersler mevcut. ha bunun için dağa çıkmaya ne gerek var diyorsanız, ekşın olsun diye. ya da kaşınıyorum.kafamıgözümü patlatıp gelicem.

14 Nisan 2012 Cumartesi

savaş baba

14.04.2012 İraklitos’un ünlü “Savaş her şeyin atasıdır” deyişine bir gönderme olduğunu öğrendiğim bu tiyatro oyununu izledim biraz önce. anladığım kadarıyla barış yanlısından ötede sadece sonuna kadar tarafsız politikası güden rodos başbakanı bi yanda, iskendere özenen ve herbir tarafları hakimiyet altına makedonyalı komutan abimiz( bu abimiz korkaklığından, başka devletlerin ona saldırmasından korktuğu için onlara saldırıp, onları korkutan pis bir insan.) rodos, güzel rodos bir tatil cenneti.turistler için tatil için kullanılan ve bu sayede altını olan bir ada. hiçbir askeri gücü, silahlı kuvveti, savunma bakanlığı bile yok.tamamen bir ütopya.velhasılkelam makedonyanın yayılmacı gücünden korkan rodoslular bizzat komutanın başarısız yatak odası dedikodularını kullanmak suretiyle onu etkilemek için yolladığı fahişe olması için, komutanı yatakta bağlaması için rodosrun en güzel hatununu yanına yollarlar. işlerin ters gitmesi üzerine rodos'a saldırıya geçen  ve rodosun tüm savunmasızlıklarına rağmen geliştirdikleri stratejiyle makedonyanın yalancı ordusunu altüst edenler..

bir de sanatı temsil eden hippi abimizi es geçmeyelim.heykelini konuşturmasını siyasete karıştırmak isteyen
kekiğiyle, fesleğeniyle, körisiyle harika aşçımıza da selam olsun.ortalığı en güzel o karıştırdı sonuçta..
mesele kaçmak değil mümtaz, bilirsin. mümtaz da benim avrupa özentesi yalnız kalma korkusundan ürettiğim belki türettiğim bir hayali arkadaş. biri hep vardı da adını masumiyet müzesini okurken koydum. çok uzun zaman olmadı, kimseye bahsedemedim. kimseler demişken güzel kimseler var bu sefer yanımda yahu. yalnız hissetmiyorum yani. öyleysem bile hissetmiyorum. beni seven insanlar var. benim onları sevmediğimi düşündükleri için bana çok kötü davranan insanlar var. bu davranışlardan ölümcül derecede etkilenen bir ben var benden içeri. sürekli aynı tekerlemeleri duymak, bir insanın içinden söylemesi gereken her şeyi dile getirmesi beni yoruyor. benim bütün pozitif enerjimi çalıyor üstüne ve geriye hiçbir şey bırakmıyor. beni zaman zaman tehdit edip, zorundalıklarımı vurguluyor. kuru inadıma inat katıyor  ve kasten yapmadığım şeyleri yanlış yorumlayıp konuşuyor da konuşuyor.
biraz da onun hayatının çok meşgul olup benimkinin çok boş olmasından dem vuruyor. oysa herkes tercihini yaptığı için, yardım beklemek de bunun üstünden başkalarına çemkirmek de sadece kelime israfı.bilirsiniz ben aslında cimriyim. gereksiz konuşmaları da çoğu şeyi sevemediğim gibi sevmem.

13 Nisan 2012 Cuma

kavram: cinayet

13nisancuma'da cinayet adlı bir doğaçlama tiyatro örneği izledik.
biraz beyza'nın kadınlarındaki sandalda karakterleri öldürdüğü sahneden esinlenmeler vardı ama onun dışında, psikolog bir annenin barda tanıştığı bir adamdan yaptığı kızçocuğunu kendi kurallarına zorlayarak, örneğin sürekli resim çizmesini isteyerek, parka götürmeyerek,en sonunda erkek arkadaş edinmesine izin vermeyerek onu dönüştürdüğü katil/canavar anlatılıyor. üstelik bu kadın dünya çapında bir psikolog, boston yunivörsitiden gelen teklifleri reddedebiliyor. üstüne üstlük yıllar boyunca kızının resimlerini yorumlamış ve onu bir denek olarak kullanmış. bunu öğrenen resim bölümü öğrencisi kızcağımız erkek arkadaşına yavşayan birtakım parazitlere olan sinirleriyle  olaylar olaylar.katil oluyor işte.efektler ve müzik kısmı can katıyor tabi ki dramaya. ana tema, bardan biriyle one night stand yaptıysan ve hamile kalmış bir psikologsan, doğurma. çocuğun seni kasten felç yapabilir, her şeyi duyabil, görebil fakat hareket ve müdahale edeme diye!!

11 Nisan 2012 Çarşamba

hooop, efenim saygılar. görüşmeyeli kaç hafta oldu ki pek olay olmasa da yazmak istediklerim hep içimde kaldı. çünkü bu bilgisayar bloggerıma girmeme izin vermedi, gerçekten.benden bundan mütevellit sıradan hayatımı yaşamaya devam edip, düşüncelerimi telefonun bir köşesine not ettim bazı bazı. bir de çok hoş olacağını düşündüğüm bir doğum günü hediyesi hazırlıyorum çok sevdiğim, çok kıymet verdiğim bir insana.ona yazıyorum yaptıklarımızı hayallerimizi yapacaklarımızı çok seveceğini umaraktan. onun kafasını bugüne kadar içimde kalanları anlatarak çok ütülediğimin farkındayım ki biraz da güzellik yapayım istedim.güzel olacağını da hala umuyorum.

o güzel insanı sadece ben mi yarattım kafamda diye çok merak ediyorum. bu nası bir şüphedir tahmin edebiliyor musunuz? bir yoldaşa çok ihtiyacım olduğundan ben mi seçtim onu da yontuyorum kısmı falan hiç umrumda olmadan hala ait olmadığım bu yerde günlerimi geçiriyorum.öyle ya da böyle.


şöyle ki, ortadaki yanlışlıklar, benim her şeye sakin kalışım, sadece verilmesi gerektiği için verdiğim tepkiler hep gitceğimi düşündüğümden. açıkcası pınar da pınarla yaşamak da ummm rumda değil. asıl ortada yanlış olan bir şey varsa o da benim ta kendim. izmire aile bireyimin yanında bir üniversite hayatına başlamam.korkaklığımdandı bu da gerçi de her neyse. bu ev.önceleri güzeldi.şimdi misafir gibi hissediyorum kendimi, gitmesi gereken bir yabancı.zaten gitmem gerekiyordu, küçük hedeflerle gelmemiştim buraya ama takıntılar beni küçülttükçe  yok olacağım hissine kapılıyorum ve yokluk korkusu gerçekten ürkütücü. kaybolma korkum, karanlık korkum, hepsi geçecek şeyler ama bu yoksunluk yok ediyor.paradoksa düşünce de zaten kafalar kafalar.kısacası olaylar olaylar.