29 Haziran 2017 Perşembe

bir Ege rüzgarı

Hangi rüzgar attı seni buralara?
Yol seni götürür bi yere.
Yollar bizi iyilik barındıran, huzurun, mis gibi manzaraların olduğu, her yer kadar çok keşfedilmemiş koylara götürdü bu sefer.
Her şeyden önce dolunayın beni hüzünlendirmediği, dolunay eşliğinde aksam sefası çiçeğinin kokularıyla dolu Akdeniz sokaklarından mest olarak geçip Ege'ye rotamızı çevirdiğimiz en güzel yazlardan birindeyiz.
Güneşin doğuşunu izleyerek uyanmak için; bir yaz günü, bayram sabahı yola çıktık can yoldaşlarımdan biriyle, fikir birliği kuramadığımız zamanlar olsa da gönlümüz hep bir denilen insanlardan biriyle, Ege sahillerine doğru çıktık hem de. iyi niyetlerle, keşif heyecanı ve macera tutkusuyla otostop çektik mavinin onlarca tonuna. bunu tehlikeli bulup bulmadığımızı soran insanlara, dünyayı iyiliğin kurtaracağını, insanlara güvenmek istediğimizi, dünyayı nasıl gördüğümüzü ve farklı görüşlerle ve farklı deneyimleri paylaşmayı ne kadar sevdiğimizi, insanların düşüncelerine en ufacık bir dokunuş yapıp, insanları kendi imkanları dahilinde seyahate teşvik etmek ve seyahat anılarımızı paylaşmayı sevdiğimizi anlattık. yüzlerce kilometreyi daha önce tanışmadığımız, ancak birçok ortak noktamızı bulduğumuz ve konuştuğumuz insanlarla gittik. 1 kadın 1 erkek yola çıktığımız, sırt çantalı gezginler olduğumuz için bize güvenip kolaylıkla araçlarına aldığını söyleyen, birçok çift bizi araçlarına aldı. keyifle insanları dinleyip, kendi sözlerimizi yayma fırsatı bulduk bol bol, herkes birbirini dinledi aslında en güzeli. yolculukları paylaştığımız başka bir yolculuğa çıktık birçok yuvarlak kafadaki acaba düşünceleriyle.

tanıştığımız (bence) en aydın fikirli insanlardan biri, insanların hepsinin ayrı bir dünyası olduğunu, herkesin içinde tüm iyilik ve kötülük potansiyelini barındırdığını, aslında hepimizin bir olduğunu ve herkesin birbirine ayna görevi görüp, birbirini yansıttığını söylüyordu. hepimiz biriz değil mi? içindeki tanrıyı, yaratma gücünü ve algılarımızı şekillendiren geçmişimizden bahsediyordu.

1mühendis çift vardı, karış karış Balkanlar gezmiş, kendi yağlarında kavrulan.
1başka çift vardı, emlak zengini, tüm Ortadoğu ülkeleriyle beraber iş yapan.
1diğer çift kendini endüstrinin içinde var edemeyip doğaya kaçan.
ve daha nice insan bize bulunduğumuz koyların yıllar içindeki artan popülaritesinden rahatsız ama ekmeğini bundan çıkaran.

ve en güzeli o hafif esintilere rağmen, dalgalanmayan deniz vardı. kuytu köşelere tahtadan yapılmış, sıra sıra iskelelere bağlı onlarca küçüklü büyüklü balıkçı teknesi, balık ağları ve o darmadağınık görüntüye arkaplan görüntüsü olarak sıra sıra dağlar vardı Akbük'te.

benim en sevdiğim balık mekanı da, o tahta iskelelerin üstüne birkaç masa atıp, ekoseli masalarla onu süsleyen, denizin içinde sadelik dolu bir lüks sağlayan mekan oldu.

aslında bu küçük çadırlı, otostoplu tatilin bana gösterdiği, Türkiye'nin hiç görmediğim tarafları dışında insanların tatil anlayışları da oldu. çünkü Antalya'da büyümüş bir çocuk olarak, yaz tatilleri bizim için evden otobüse gidip sahile gitmek kadar kolaylıktan ibaretti. herkes için aynı olmayan bu durumla biraz geç yüzleşmiş olabilirim :) şimdi farklı ekonomik seviyelerden ve bölgelerden gelen insanların tatil anlayışlarıyla da tanıştığım, doğayla yeniden kucaklaştığım ve yol arkadaşımı daha iyi tanıdığım bir yol oldu.

yol hep açık oldu bize, iyiliğin seyahatlerle beraber dünyayı dolaşması dileğiyle!