17 Eylül 2024 Salı

ne gerek var içselleştirilmiş bir dış ses

 hayatı anlamaya çalışıyorum sanki romanlar ve kuramlarda hiç yazılmamış gibi.

kendimi keşfetmeye çalışıyorum sanki hiç yazılmamış gibi insana dair şeyler.

doğum, gelişim, olgunlaşma ve ölüm sanki hiç anlatılmamış gibi kutsal kitaplarda ve filmlerde.

iç seslerimi duyuyorum, zaman zaman boşvermiş, zaman zaman hemen bitiversin isteyen bu yaşam. bazen de bu maceranın, yolda olmanın bizi nerelere götüreceğini hesaplayan, akışa da güvenebileceğini deneyimleyen sesleri.

insanın anlam arayışında olduğu bir çağ bu. karşıma çıkan çok değerli bir söz oldu kendi anlamımı ve bu yaşama neden geldiğimi ararken, Pablo Picasso'dan geliyor:

The meaning of life is to find your gift. The purpose of life is to give it away.

Türkçe meali: Hayatın anlamı hediyeni bulmaktır. Hayatın amacı onu vermektir. 

Hayatımın anlamını ve amacını ararken, kendi hayat hikayemi derinlemesine çalıştığım terapi süreçlerinin ve yaşamda bir şekilde çıktığım yolun kendisinin çok yardımcı olduğunu anlıyorum. Çocukken bolca yürümem gerekirdi gittiğim ilkokula, sonra liseye hatta üniversiteye. Bolca düşünmelik zaman, hep yürümeyi tercih ederdim başka bir zorundalık olmadıkça.

Lise andacımda ne kadar iyi bir dinleyici olduğum yazıyor uzunca zaman tanış olduğum insanlar tarafından. Çocuk hallerimi hatırlıyorum, yeni çocuklarla tanışırken hep aile öykülerini merak ederdim. Nerede yaşarlar, neler yaparlar? hep merak eder sorardım. Şimdi baktığımda da pek bir şey değişmedi.

Aktif dinleyici olduğum, aile öykülerini dinlediğim, hatta kuşaklararası öykülere bir farkındalık getirdiğimiz görüşmeler yapıyorum. Bi' nevi terapi.

İnsan, doğumunda son derece savunmasız bir canlı olarak dünyaya geliyor, sonra bize eşlik eden bakımverenlerimizle şekillenmeye başlıyor bu süreç. Biyolojik ihtiyaçlar, duyumlar, duygular derken hiç bitmek bilmeyen bir iletişim başlıyor ötekiyle. İhtiyaçlarımız karşılandı mı? Fiziksel ihtiyaçlar, duygusal ihtiyaçlar derken yaşam akıyor. Okul süreçleri, önce aile topluluğu, sonra da çevremizdeki topluluklarla tanış olmaya başlıyoruz ve hikaye şekilleniyor. Herkesin kendi yaşamının başrolünde olduğuna inandığım bir tiyatro sahnesi sanki yaşam.

Bu tiyatro sahnesinde Kukla sahnesi şarkısını dinlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. Müziğin ritmine kendimi kaptırırken ahenkle, sözleri dinledim birkaç kez üst üste. yaşam-ölüm dengesini bu kadar naif anlatan başka bir şarkı varsa lütfen paylaşın :)

yaşam akmaya devam ederken, başlığı koyup sonra alakasız yazılar yazmaya devam edeceğim. başroldeyim ve bu hayatı onlarca, yüzlerce insanla paylaşıyorum. çeşitli rollerim var, onların da başrollerinde oldukları hayatların da yan rolleriyim çünkü.

Hiç yorum yok: